Ülke ekonomileri
üzerinde baskı oluşturan riskler ekonomilerin gelişimini, oluşturduğu baskı
düzeyine göre etkilemektedir. Bu noktada
dünya ülkelerinin içinde bulunduğu durum bir birine eskisinden daha fazla etki
göstermektedir. Küreselleşen dünyadaki risklerden doğan krizler ülkesel ya da
bölgesel olarak kalmamakta bu durum etki düzeyine göre bütün dünyayı
etkilemektedir.
Gözümüzden kaçırmamamız
gereken bir çok şey vardır. Bunlara istinaden oluşan sadece bir risk, belirli
bir oranda diğer riskleri beslemiyorlar mı? Maalesef besliyorlar. Örnek vermeden önce toplam riskin nelerden
oluştuğuna bakalım. Toplam risk=
Sistematik risk + Sistematik Olmayan Risk olarak ifade edilebilir yani riskin
kaynağı sistematik ve sistematik olmayan riskin derlenmesinin bir
bütünüdür. Sistematik riskin içeriğini
ise şu şekilde sıralayabiliriz: Satın Alma Gücü Riski, Faiz Oranı Riski, Piyasa
Riski, Politik Risk ve Kur Riski.
Yurtdışında, ABD
örneğine bakacak olursak: ABD' de, 19 Ekim 1987'de NYSE (New York Stock
Exchange) yaşanan ve borsalar üzerindeki yansıması olarak nitelenen 19 Ekim
krizinde oluşan sistematik risk kaynakları, mekul kıymetlerin piyasa
fiyatlarında düşüşe neden olmuştur.
Ülkemiz özelinde incelediğimiz vakit her bir sistematik riskin vâr olduğu durumlarda risklerin birbirini etkilediğini görebiliriz. Ancak bu riskler geçmişte ülkemiz üzerinde çok daha fazla baskı oluşturmaktaydı.
Sistematik risklerin hepsini bir bütün olarak
inceleyecek olursak: Satın alma gücü riskini
enflasyon kavramı ile açıklayabiliriz. Enflasyonun tanımını, paranın değerinin düşmesi ve
fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi
olarak ifade edebiliriz. Enflasyonun nedenlerinden biri ise dolaşımdaki
para miktarında meydana gelen artıştır. Yani karşılıksız para basılması
durumudur. Enflasyonun gerek yatırım
araçları üzerinde gerekse hane halkı üzerinde gerçekleştirdiği olumsuz etkiyi
geçmişte ülke olarak hep birlikte yaşadık. Enflasyon neticesinde maliyetlerin
ön görülemeyen bir biçimde artması ve bu durumun arzdaki (mal ve hizmetlerin)
tıkanıklık ve yetersizliklere neden olması durumu, enflasyonun reel sebebini oluşturmaktaydı.
Ayrıca mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artış da doğal olarak ihracatımızı
olumsuz etkilemekte ve bu durum da ülke parasının değerini düşürme ihtiyacını
doğurmakta yani ülke olarak devalüasyon yapma ihtiyacı duymaktaydık. Bu durum da piyasalarda kur riski durumunun doğmasına neden olmaktaydı. Ön görülemez fiyat
artışlarının olduğu durumlarda maliyetler de meydana gelen artış, yatırımcılar
da yatırım yapmak yerine, enflasyona karşı mücadele aracı olarak, yüksek faizle
parasının değerini korumaya çalışıyordu. Bunun sonucu olarak da ülke faiz oranı riski ile karşı karşıya
kalıyordu. Bu risklerin bütünü hem
üretici tarafını hem de tüketici tarafını olumsuz yönde etkilediğinden dolayı
hükümetlerin sürdürülebilir bir yönetimden uzak kalmasına ve neticede gelen
erken istifalar ülke çapında politik
riske sebebiyet vermekteydi. Ayrıca 16 Nisan öncesi mevcut yönetim sistemi
de politik riskin oluşmasına sebep olmaktaydı. Bu durum da referandumla bertaraf
edilmiş ve Türkiye daha kuvvetli yönetim sistemine kavuşmuştur. Bu durum da
inşallah istikrarın sürekliliğini getirecektir. Ekonomide meydana gelen
bozulmalar, oluşan politik riskler ise piyasa
riskinin oluşmasına neden olmaktaydı. Yukarıda bahsedilen risk türleri daha
çok portföylerin risklerini azaltmak için neler yapılabilir sorusuna aranan
cevaplar neticesinde karşımıza çıkmakla beraber, biz burada risk türlerini ülkenin genelini ele alıp hane
halkına kadar indirgeyerek ülkenin ekonomik konumunu da göz önünde bulundurarak
kapsamlı bir bakış açısı ile ekonomiyi genelden özele ele almak istedik.
Biz bu durumların çok
büyük bir bölümünü 2002'den itibaren kademe kademe aştık ve mevcut durumumuza
gelmek nasip oldu. Şimdi ise gerek para
politikası araçları ile gerekse maliye politikası araçları ile ekonomik
problemlerimizle mücadele etmeye devam etmekteyiz. Ancak ciddiye alındığı
sürece bunlar aşılmayacak problemler asla değildir. Bu problemler ekonominin
büyümesine de engel teşkil etmemektedir. Türkiye artık politik riskten, piyasa
riskinden, faiz riskinden, kur riskinden arınmış ve geçmişe göre düşük olan
ancak yeteri kadar düştüğü söylenemeyen enflasyonla mücadelesi hala devam
etmektedir. Tabii faiz oranları da çok yüksek olmamakla beraber istenilen düşük
seviyede olduğu söylenemez. Ancak bunlar yukarıda da dile getirildiği üzere aşılması
zor meseleler değildir.
Yukarıda bahsi geçen
etkenlerden dolayı geçmişe oranla daha fazla yabancı yatırımcının ülkemize kısa
ve orta vadede gelebileceğini söylememiz hiç de zor değildir. Bunun için
yabancı yatırımcılar Türkiye'nin imzasının olduğu mevcut uluslararası ticari anlaşmaları
değerlendirebilir ve böylelikle büyümelerini iki kıtaya en yakın konumda olan
ülkemizi tercih ederek gerçekleştirebilirler.
Bunun dışında ülkemizin,
TL'nin değerini güçlenen Türkiye ile gelişen ülke piyasalarına göre daha fazla
koruma şansına sahip olması, yabancı yatırımcılar paralarını Türk Lirası'na
çevirip hisse senedi alarak
değerlendirmelerine imkan vermektedir. Belki bu, yatırımdan önce Türkiye
piyasasını tanımak için bir seçenek olabilir. Ancak yatırım yapacak uluslararası
bir firma olsam, faiz oranı daha düşük olan ülke bankalarından kredi alıp hem
pazarlara yakınlığı ile gözde olan hem mavi ve beyaz yakalı çalışan sayısında
yeterli düzeyde insan gücüne sahip olan hem de geleceğin enerji geçiş güzergahı
köprüsü olacak olan Türkiye'ye yatırım yapmaktan çekinmezdim. Tabii burada sektör analizinin yapılması,
pazara girecek olan firmalar tarafından önem arz etmektedir. İlk aklıma gelen firmalar
olarak teknolojik ürün üreten firmalar zihnimde belirmektedir. Örneğin ABD'de
de ya da Avrupa'da üretim yapan firmalar, kalitelerini düşürmeden,
maliyetlerini düşürme şansına sahip oldukları üretim yeri Türkiye'dir. Bundan
dolayı bu tür firmalar üretimlerini Türkiye'ye kaydırabilirler. Bunun için her
sektör ayrı ayrı incelenip spesifik olarak ülkemize sektörel davetler o
sektörün de ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde yapılabilir. Devletimiz böyle
bir çalışma gerçekleştirmemiş ise şimdi neden yapılmasın?
Aktif büyüklük olarak
174 ülkenin ekonomik büyüklüğünü geride bırakan ve uluslararası kriterlerden
olan Basel kriterlerini fazlasıyla karşılayan ülkemizin bankacılık sektörü de
uluslararsı birikimlerin değerlendirilebileceği güvenli bir limandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder