24 Mayıs 2017 Çarşamba

Neden Türkiye?

  Ülke ekonomileri üzerinde baskı oluşturan riskler ekonomilerin gelişimini, oluşturduğu baskı düzeyine göre etkilemektedir.  Bu noktada dünya ülkelerinin içinde bulunduğu durum bir birine eskisinden daha fazla etki göstermektedir. Küreselleşen dünyadaki risklerden doğan krizler ülkesel ya da bölgesel olarak kalmamakta bu durum etki düzeyine göre bütün dünyayı etkilemektedir. 

     Gözümüzden kaçırmamamız gereken bir çok şey vardır. Bunlara istinaden oluşan sadece bir risk, belirli bir oranda diğer riskleri beslemiyorlar mı? Maalesef besliyorlar.  Örnek vermeden önce toplam riskin nelerden oluştuğuna bakalım.  Toplam risk= Sistematik risk + Sistematik Olmayan Risk olarak ifade edilebilir yani riskin kaynağı sistematik ve sistematik olmayan riskin derlenmesinin bir bütünüdür.  Sistematik riskin içeriğini ise şu şekilde sıralayabiliriz: Satın Alma Gücü Riski, Faiz Oranı Riski, Piyasa Riski, Politik Risk ve Kur Riski.

     Yurtdışında, ABD örneğine bakacak olursak: ABD' de, 19 Ekim 1987'de NYSE (New York Stock Exchange) yaşanan ve borsalar üzerindeki yansıması olarak nitelenen 19 Ekim krizinde oluşan sistematik risk kaynakları, mekul kıymetlerin piyasa fiyatlarında düşüşe neden olmuştur.

    Ülkemiz özelinde incelediğimiz vakit her bir sistematik riskin vâr olduğu durumlarda risklerin birbirini etkilediğini görebiliriz. Ancak bu riskler geçmişte ülkemiz üzerinde çok daha fazla baskı oluşturmaktaydı. 

     Sistematik risklerin hepsini bir bütün olarak inceleyecek olursak: Satın alma gücü riskini enflasyon kavramı ile açıklayabiliriz. Enflasyonun  tanımını, paranın değerinin düşmesi ve fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi  olarak ifade edebiliriz. Enflasyonun nedenlerinden biri ise dolaşımdaki para miktarında meydana gelen artıştır. Yani karşılıksız para basılması durumudur.  Enflasyonun gerek yatırım araçları üzerinde gerekse hane halkı üzerinde gerçekleştirdiği olumsuz etkiyi geçmişte ülke olarak hep birlikte yaşadık. Enflasyon neticesinde maliyetlerin ön görülemeyen bir biçimde artması ve bu durumun arzdaki (mal ve hizmetlerin) tıkanıklık ve yetersizliklere neden olması durumu,  enflasyonun reel sebebini oluşturmaktaydı. Ayrıca mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artış da doğal olarak ihracatımızı olumsuz etkilemekte ve bu durum da ülke parasının değerini düşürme ihtiyacını doğurmakta yani ülke olarak devalüasyon yapma ihtiyacı duymaktaydık.  Bu durum da piyasalarda kur riski durumunun doğmasına neden olmaktaydı. Ön görülemez fiyat artışlarının olduğu durumlarda maliyetler de meydana gelen artış, yatırımcılar da yatırım yapmak yerine, enflasyona karşı mücadele aracı olarak, yüksek faizle parasının değerini korumaya çalışıyordu. Bunun sonucu olarak da ülke faiz oranı riski ile karşı karşıya kalıyordu.  Bu risklerin bütünü hem üretici tarafını hem de tüketici tarafını olumsuz yönde etkilediğinden dolayı hükümetlerin sürdürülebilir bir yönetimden uzak kalmasına ve neticede gelen erken istifalar ülke çapında politik riske sebebiyet vermekteydi. Ayrıca 16 Nisan öncesi mevcut yönetim sistemi de politik riskin oluşmasına sebep olmaktaydı. Bu durum da referandumla bertaraf edilmiş ve Türkiye daha kuvvetli yönetim sistemine kavuşmuştur. Bu durum da inşallah istikrarın sürekliliğini getirecektir. Ekonomide meydana gelen bozulmalar, oluşan politik riskler ise piyasa riskinin oluşmasına neden olmaktaydı. Yukarıda bahsedilen risk türleri daha çok portföylerin risklerini azaltmak için neler yapılabilir sorusuna aranan cevaplar neticesinde karşımıza çıkmakla beraber, biz burada  risk türlerini ülkenin genelini ele alıp hane halkına kadar indirgeyerek ülkenin ekonomik konumunu da göz önünde bulundurarak kapsamlı bir bakış açısı ile ekonomiyi genelden özele ele almak istedik.

     Biz bu durumların çok büyük bir bölümünü 2002'den itibaren kademe kademe aştık ve mevcut durumumuza gelmek nasip oldu.  Şimdi ise gerek para politikası araçları ile gerekse maliye politikası araçları ile ekonomik problemlerimizle mücadele etmeye devam etmekteyiz. Ancak ciddiye alındığı sürece bunlar aşılmayacak problemler asla değildir. Bu problemler ekonominin büyümesine de engel teşkil etmemektedir. Türkiye artık politik riskten, piyasa riskinden, faiz riskinden, kur riskinden arınmış ve geçmişe göre düşük olan ancak yeteri kadar düştüğü söylenemeyen enflasyonla mücadelesi hala devam etmektedir. Tabii faiz oranları da çok yüksek olmamakla beraber istenilen düşük seviyede olduğu söylenemez. Ancak bunlar yukarıda da dile getirildiği üzere aşılması zor meseleler değildir. 

     Yukarıda bahsi geçen etkenlerden dolayı geçmişe oranla daha fazla yabancı yatırımcının ülkemize kısa ve orta vadede gelebileceğini söylememiz hiç de zor değildir. Bunun için yabancı yatırımcılar Türkiye'nin imzasının olduğu mevcut uluslararası ticari anlaşmaları değerlendirebilir ve böylelikle büyümelerini iki kıtaya en yakın konumda olan ülkemizi tercih ederek gerçekleştirebilirler.

     Bunun dışında ülkemizin, TL'nin değerini güçlenen Türkiye ile gelişen ülke piyasalarına göre daha fazla koruma şansına sahip olması, yabancı yatırımcılar paralarını Türk Lirası'na çevirip  hisse senedi alarak değerlendirmelerine imkan vermektedir. Belki bu, yatırımdan önce Türkiye piyasasını tanımak için bir seçenek olabilir. Ancak yatırım yapacak uluslararası bir firma olsam, faiz oranı daha düşük olan ülke bankalarından kredi alıp hem pazarlara yakınlığı ile gözde olan hem mavi ve beyaz yakalı çalışan sayısında yeterli düzeyde insan gücüne sahip olan hem de geleceğin enerji geçiş güzergahı köprüsü olacak olan Türkiye'ye yatırım yapmaktan çekinmezdim.  Tabii burada sektör analizinin yapılması, pazara girecek olan firmalar tarafından önem arz etmektedir. İlk aklıma gelen firmalar olarak teknolojik ürün üreten firmalar zihnimde belirmektedir. Örneğin ABD'de de ya da Avrupa'da üretim yapan firmalar, kalitelerini düşürmeden, maliyetlerini düşürme şansına sahip oldukları üretim yeri Türkiye'dir. Bundan dolayı bu tür firmalar üretimlerini Türkiye'ye kaydırabilirler. Bunun için her sektör ayrı ayrı incelenip spesifik olarak ülkemize sektörel davetler o sektörün de ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde yapılabilir. Devletimiz böyle bir çalışma gerçekleştirmemiş ise şimdi neden yapılmasın?


     Aktif büyüklük olarak 174 ülkenin ekonomik büyüklüğünü geride bırakan ve uluslararası kriterlerden olan Basel kriterlerini fazlasıyla karşılayan ülkemizin bankacılık sektörü de uluslararsı birikimlerin değerlendirilebileceği güvenli bir limandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder