Davranışsal finans
kavramı insanların rasyonel olmadığı varsayımından hareketle literatüre girmiş
finans konusudur. 1997 yılında yaşanan
Asya krizi, ABD'de 2000 yılında yaşanan teknoloji şirketlerinin hisselerindeki
büyük çöküşler, internet üzerinden online yatırımların artması ve day-trader
denilen günlük alım satım yapan bireysel yatırımcıların ortaya çıkması, konunun
güncelliğini artırmıştır.
Davranışsal finans
insanların rasyonel olmayan yatırım, tüketim, tasarruflar kararlarını ne
şekilde aldığını açıklamaya çalışmaktadır. Ayrıca psikoloji bölümünden mezun
olanların ekonomi bilimine olan ilgilerinin giderek artması davranışsal
finansın gelişmesine katkı sağlamıştır. Davranışsal finansta araştırılan
konular, finansal piyasada insanların nasıl hareket etmesi gerektiğini değil,
gerçekte, nasıl hareket ettiklerini anlamaya yöneliktir. Bu cümle 1979 yılında ortaya atılan sınırlı
rasyonelite kavramını destekler niteliktedir.
Ayrıca yatırım yapan,
tüketim gerçekleştiren, tasarruflarını değerlendiren her bir bireyin bilgiye
tam olarak sahip olması imkansızdır. Zaten sınırlı rasyonelitenin
gerekçelerinden ya da başka bir ifade ile sonuçlarından biri de bu değil midir?
Muhtemeldir ki bu olağan bilgi eksikliği davranışsal finansın doğmasındaki
etkenlerden biridir.
Ancak yapılan
araştırmalar göstermektedir ki insanlar tam bilgiye sahip olsalar dahi rasyonel
davranmadıkları gerçeğini bizlere göstermektedir. Ancak yapılan deneyin örneklemi insanlardan
oluştuğu için ve tercihler insanların hayatlarını devam ettirmesi ya da devam
ettirmemesine neden olacağından dolayı, insanların rasyonel bir şekilde karar
vermelerinin önündeki en büyük engel devreye girmiştir; duygu, vicdan. Allah'a
şükürler olsun ki yaratılışımızda bu hissiyatlar tarafımıza nakşedilmiş. Bizim
konumuz, sermaye piyasalarında verilen kararları incelemek olduğuna göre burada
karar veren yatırımcıların daha fazla rasyonel olması beklenmektedir, ancak
tamamen rasyonel olmaları ihtimaller dahilinde değildir. Ondan dolayı
homoeconomicus insan dedikleri
bireylerin, aldıkları ve alacakları bütün kararlarda kendi çıkarını ön
planda tutacakları varsayımı da tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır.
Bu bağlamda davranışsal
finansta yatırım kararlarını etkileyen bilişsel ön yargılar vardır. Bu ön
yargılar, sezgisel yanılsamalar ve zihinsel yanılsamalar olarak ayrılır. Bu
yanılsamaların ayrı ayrı başlıklarına değinmeden bu başlıklara etki ettiğini
düşündüğüm farklı bir konuyu arz etme niyetindeyim. Bu ön yargıların sağlıklı bir şekilde oluşmasında
kredi derecelendirme kuruluşları ne kadar doğru bir yönlendirme yapmaktadırlar?
Piyasayı ne kadar doğru bir şekilde okuyup hangi düzeyde ülkelerin ekonomisini
etkileyen hangi düzeyde ise sermaye
piyasalarını etkileyen kararlara imza atabilmekteler?
Yukarıda davranışsal
finans konusunda değinilen, şimdi de kredi derecelendirme kuruluşları dikkate
alınarak bahsi geçmiş olan krizlere kısmen değinilecektir: 1997 Asya krizi,
2000'li yıllarda A.B.D'de büyük şirketlerin batışı, 2008 dünya krizinin
derinleşmesi ve 2011 Avrupa borç krizi sonuçlarında kredi derecelendirme
kuruluşları tartışılmaya başlanmıştır. (Buradan da anlaşıldığı üzere davranışsal
finansın, henüz literatürde içeriksel olmasa bile, kredi derecelendirme
kuruluşları ile alakası vardır.)
Özellikle küresel krizle
de, kredi derecelendirme kuruluşlarının çalışma şekli, şeffaflığı ve
güvenirliliğini kaybettiği, misyonunu ifa edemediği, 2008 yılında Amerika'da
yapılan bir zirvede vurgulanmış olmasına rağmen halen dünya piyasaları üzerinde
etkili olmaya devam etmektedirler.
Kredi derecelendirme
kuruluşlarının var oluş amacını Roger ve Eke'ye göre inceleyecek olursak: "Kredi derecelendirme kuruluşu bağımsız
olarak çalışan, borçlunun kredibiletisini; borcunu zamanında ve düzenli ödeme
kapasitesini ölçmeye yarayan, profesyoneller tarafından oluşturulmuş standart
ve tarafsız görüş belirten şirkettir."
Yukarıdaki tanımı ülkemiz
ekonomisini göz önünde bulundurarak yorumlayacak olursak şu verilere ulaşmış
olacağız: Türkiye çıkardığı tahvillerin ödemesini zamanında yapmakta ve bu
ödeme sırasında geçmişte yaşadığı kaynak bulma sıkıntısını çekmemekle birlikte
bu borçlanma araçları güvenirliliğinden dolayı
yüksek düzeyde ilgi görmektedir.
Ülkenin sahip olduğu
belli büyüklüğe ulaşmış şirketler ise derecelendirme kuruluşlarının
denetimlerine açık olup çalışmalarını şeffaf bir şekilde sürdürmeye devam
etmektedirler.
Kredi derecelendirme
kuruluşlarının verdiği bazı kararları eleştirmeden önce Türkiye'nin sahip
olduğu güçlü ekonomisinin verilerini gösteren bazı grafiklere bakmakta fayda
var.
- Genel Yönetim Borç Stoku, Genel Yönetim Bütçe Dengesi diğer Avrupa ülkelerine göre çok düşük seviyede olduğu açıkça görülmektedir.
- Türkiye'nin ticaret dengesi istikrarlı bir şekilde düzelme eğilimine girmiştir.
Bu unsurlar doğru
politikalar ile desteklendiği sürece bu başlıklar diğer ekonomi başlıklarında
olduğu gibi olumlu sinyaller vermeye devam edecektir.
Türkiye'nin sahip olduğu
verilere grafikteki birçok ülke sahip olmadığı halde onların notları kredi
derecelendirme kuruluşları tarafından yatırım yapılabilir seviyede tutulurken
neden Türkiye'nin notu daha düşük seviyelerde tutulmaktadır? Yoksa bu
ülkelerden biri de, A.B.D'nin geçmişte sahip olduğu büyük bir şirket olan
şuanda yerinde yeller esen Enron firmasının yaşadığı bir acı tecrübe ile mi
karşılaşıp kredi derecelendirme kuruluşları tarafından doğru analiz edilmeyen
ülke olarak yatırımcılarının yüzünün gülmesine engel olacaktır. Bilindiği gibi,
kredi derecelendirme kuruluşlarından biri bu firmayı bilerek yanlış değerlendirmeler
sonucunda sermaye piyasının parlayan yıldızı yapmış ve küçük yatırımcıların
birikimlerini bu firmanın hisselerinde değerlendirmesini sağlamıştı. Sonuçta,
en fazla zarar gören küçük yatırımcılar olmuştur. Tabii bu büyük firmanın
piyasayı olumsuz bir şekilde etkilemiş olması da işin cabasıdır.
Konun en başında insanın
rasyonel olamayışının sebeplerini hem tam bilgiye sahip olamamasına hem de
duygu sahibi bir yaratılışa sahip olmasına bağlamıştık. Bu örnekten de
görüleceği üzere yanlış bilgi sağlanması yatırımcıların yanlış yatırımlara
yönelmesine sebep olmuştur. Peki kredi
derecelendirme kuruluşlarının amaçlarından biri de küçük yatırımcıyı korumak
adına, olanı doğru bir şekilde değerlendirip piyasada ki yatırımcıların bu
sayede bilgi sahibi olmasını sağlamak değil miydi? Bundan dolayı bu eleştiri
kredi derecelendirme kuruluşları neden var demek için yapılmadı ya da
kapansınlar demek için de değil; değerlendirmelerini doğru bir şekilde
yapmadıkları takdirde ne kadar olumsuz sonuçlar doğurabildiklerini görmeleri
açısından mühim bir nokta olduğu için. Bunun için her ne kadar piyasaya
şirketleri şeffaf bir şekilde sunmak isteniyorlarsa da ondan önce kendi
şeffaflıklarını piyasaya daha fazla zarar vermemek adına sağlamalıdırlar. Böylelikle yine yukarıda değinilen
davranışsal finansta yatırım kararlarını etkileyen bilişsel ön yargılara etki
etmeleri ve aldıkları pozisyona göre (doğru bilgi, yanlış bilgi) yatırımcıyı
etkileme durumları en doğru yönlendirme ile yapılmaya çalışılsın. Peki yanlış
olan yönlendirmeler ya ülkeler üzerinde gerçekleşirse dünya üzerinde çıkacak
kaos daha fazla vahim sonuçlara varmaz mı? Enron bunun yanında sadece ufacık
bir detay kalır. Tabii bu durumun ortaya çıkması aslına bakılırsa şirketlerde
ortaya çıkan duruma göre daha güç, ya da yanlış yönlendirilen bilgiler ülkenin
açıkladığı ekonomik verilerle ile düzeltilebilir noktadadır. Bunun teyidini Türkiye'ye Doğrudan Yabancı
Yatırımcı Girişi (DYY) tablosuna bakarak yapabiliriz: Yatırımcılar sadece kredi
derecelendirme kuruluşlarını dikkate alsaydı bu kadar yabancı yatırımcı girişi
ülkemize olmazdı. Ondan dolayı yatırımcılar açısından ülkenin ekonomik verileri
de karar vermelerinde önemli bir yer tutmaktadır. Ancak yine de kredi
derecelendirme kuruluşlarının şeffaf ve doğru analizler yapması dünya
piyasaları açısından önem arz etmektdir.
Kredi derecelendirme
kuruluşlarının Türkiye özelinde verdiği notların gerekçesine bakacak olursak
birçoğunda siyasi istikrarsızlık ihtimali, terörizm gibi nedenlerin olduğunu
görmekteyiz. Bu başlıklardan ilki olan siyasi istikrarsızlık ihtimali 16 Nisan
2017 referandumu ile giderilmiştir. Diğer bir neden olan terörizm bilindiği
üzere İkiz kulelere yapılan saldırılardan sonra, saldırı altında kalan ülkenin
tabiri ile, boyut değiştirmiş ve 2001 tarihinden itibaren küresel terörizm
başlığı altında incelenmiştir. Bu demek
oluyor ki gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin başkentleri, büyük şehirleri,
diğer şehirleri ne kadar güvenliyse Türkiye'nin başkenti, büyük şehirleri ve
diğer şehirleri de o kadar güvenlidir. Bundan dolayı küresel terörizm bir
not düşürme sebebi değildir. Ayrıca kredi derecelendirme kuruluşlarının kuruluş
amaçlarından biri, mevcut durumda terörizmi göstermesi değildir. Terörizmin
şuan dünyada var oluş biçimi düşünüldüğün de bu durum doğru bir değerlendirme
değildir. Yakın zamanda diğer gelişmiş ülkelerin yaşadıkları saldırılar bu
durumun küresel boyutunun bir örneğidir. OHAL'i bahane etmekte bir başka hazin
durumdur. Çünkü tek OHAL ilan eden ülke Türkiye değildir; Batı'da ki OHAL
ilanları bunun en güzel örneğidir. OHAL ülkelerin kendini tehditlere karşı
koruma biçimidir, ekonomiyi sekteye uğratmak için gerçekleştirilen bir uygulama
değildir. Bunun dışında kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkeleri
değerlendirirken asıl ağırlık verdikleri noktaların rakamlar, yani ülke
ekonomisinin ürettiği rakamlar olması gerektiği aşikardır. Çünkü yukarıda
tanımda da geçtiği üzere derecelendirme kuruluşları, tekrar hatırlayacak
olursak, Roger ve Eke'ye göre:
"Kredi derecelendirme kuruluşu bağımsız olarak çalışan, borçlunun
kredibiletisini; borcunu zamanında ve düzenli ödeme kapasitesini ölçmeye
yarayan, profesyoneller tarafından oluşturulmuş standart ve tarafsız görüş
belirten şirkettir." Bu bağlamda Türkiye'nin ekonomik verilerinin küçük
bir kısmına yukarıda değindik ve son gelen veriler neticesinde ilk çeyrekte
%5'lik büyüme rakamı kredi derecelendirme kuruluşlarının, eğer şeffaf ve
tarafsızlarsa, hemen dikkatini çekmesi gereken bir unsur olması gerekmektedir.
Eğer mevcut ülke değerlendirmesi yapan kredi
derecelendirme kuruluşları bulundukları noktadan doğru analiz gerçekleştiremiyorlarsa
onların yapamadıklarını yapacak olan yeni kredi derecelendirme kuruluşlarının
kurulması hem ülkeleri hem de dünya piyasalarını rahatlatacak ve yatırımcıların
daha doğru yatırım kararları almasını sağlayacaktır. Böylelikle bilgi
asimetrisi yaşanmasının önüne geçilecek ve ekonomi üzerinde daha rasyonel
kararlar alınabilecektir. Bu durum doğru
bilgiye ulaşma yüzdesini, artan rasyonel davranışları da beraberinde getirmesi
muhtemel olup davranışsal finans tarafına da olumlu katkı yapacağı kanısındayım.
Sonuç itibari ile kredi derecelendirme kuruluşlarının tartışılmaya başlandığı
tarihle davranışsal finansın ortaya çıktığı tarihlere bakıldığın da her
ikisinin de benzer krizlerden etkilendiği görülmektedir (1997 yılında yaşanan
Asya krizi, ABD'de 2000 yılında yaşanan teknoloji şirketlerinin hisselerindeki
büyük çöküşler).
Kurulması muhtemel
kuruluş için Batı'ya göre Doğu'nun ekonomide yükselen bir değer olduğu
gözlemlendiğine göre buradaki gelişmekte ve gelişmiş olan ülkelerle
oluşturulacak bir konsorsiyum gerçekleştirilebilir. Bu durum Asya Kıta'sının
daha iyi bir şekilde tahlil edilmesini sağlayacağı gibi yatırımcılara da daha
doğru bilgi ulaşmasını sağlayacaktır. Farklı ülkelerin katılımı ile kurulması
da kuruluşun dünya üzerindeki güvenirliliğini artırmakla beraber üzerinde daha
fazla denetim mekanizması oluşmasını sağlayacaktır. Bu durum, şeffaflığı ve
yorumlanması gereken asıl verileri (ekonomik veriler) soyut kavramlar ile
karıştırmadan gerçekleştirecektir. Böylelikle 1997 Asya krizi, 2000'li yıllarda
A.B.D'de büyük şirketlerin batışı, 2008 dünya krizinin derinleşmesi ve 2011
Avrupa borç krizi sonuçlarında kredi derecelendirme kuruluşlarının tartışmaya
açılan konumu telafi edilmiş olacaktır.
Dünyanın 17. büyük
ekonomisine sahip, Asya'nın ise kaçıncı büyük ekonomisi olduğunu bilmediğim
Türkiye'nin böyle bir girişime vesile olması hem ülkemiz için hem de bölgemiz
için güzel gelişmeler getireceği kanaatindeyim. Bununla beraber bölgemizde
dünyanın en büyük ekonomilerine sahip ülkelerle beraber körfez ülkelerinden de
sağlanacak katılım oradaki tansiyonun da düşmesine vesile olacaktır. Gelişimin sadece yer altı kaynakları ile
sağlanmadığı, sosyal politikalar ve AR-GE yatırımları neticesinde oluşması
muhtemel yeni alanlarla da ekonominin canlı tutulacağının kanıtlanması bölgede
yer altı rezervleri kaynaklı sorunların çözülmesini sağlayacaktır. Kredi
derecelendirme kuruluşu bir AR-GE yatırımı mıdır tartışılır ancak bir sosyal
politika kavramı olduğu düşüncesindeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder