Türkiye
- Almanya ilişkilerinin geçmişi asırlar öncesine dayanmaktadır. İlk defa II.
Haçlı Seferi sırasında bu bağ kurulmuş ve çeşitli dönemlerde kesintiye
uğramasına rağmen günümüze kadar medeniyetler arasında köklü ilişkilerin
kurularak devam ettiği görülmektedir. Bu etkileşimlere kısaca göz atacak
olursak şu bilgilere ulaşacağız:
Selçuklu
Devleti'nden sonra kurulan Osmanlı Devleti, Avrupa'nın ortalarına kadar
ilerleme başarısı göstermesi sayesinde Almanya ile diplomatik ilişkiler yeniden
başlamıştır, diyebiliriz. Kanuni Sultan Süleyman devrinde, Avrupa'nın bir
kısmını elinde bulunduran V. Karl, 1554 yılında Kardinal Busbeck'i elçi olarak
görevlendirmiştir. Daha sonra Busbeck, İmparator V. Karl'a ve Alman devletinin
ileri gelen yöneticilerine, Osmanlı Devleti ve Kanuni Sultan Süleyman hakkında
övgü ile bahseden mektuplar kaleme almıştır.
Türk
ve Alman askerlerinin birbirleriyle çatıştıkları son savaş, 1683 yılındaki II.
Viyana Kuşatması olmuştur. Bu savaştan sonra ülkeler birbiri ile günümüze kadar
çatışmamıştır.
1800'lü
yıllardan itibaren ise zamanın koşulları, ülkeleri siyasi ve askeri alanda
birbirine giderek yaklaştırmıştır. Bu yakın ilişkiler I. Dünya Savaşı sonuna
kadar devam etmiştir. I.Dünya Savaşı'ndan sonra belirli bir dönem ülkeler kendi iç meseleleri ve
kalkınmalarıyla ilgilendiklerinden dolayı ikili ilişkiler çok fazla
görülmemiştir.
Cumhuriyet
kurulduktan sonra gerek Türkiye'nin kalkınma planları çerçevesinde gerekse
Almanya'nın gelişimi için ülkeler birbirleriyle olan ilişkilerini 1945 yılı II.
Dünya Savaşı'na kadar geliştirmişlerdir.
II.
Dünya Savaşı sonrasında Türkiye B.M'nin kuruluşunda yer alabilmek için siyasi
bir zeka ile göstermelik olarak Almanya'ya savaş ilan etmiştir. Kesilen
ilişkiler 1951 yılında tekrar düzelmeye başlamıştır. Bu dönemde NATO, AGİT ve
Avrupa Konseyi'nde ve Almanya savunma ve sanayi alanlarında ülkeler
birbirleriyle ilişkiler kurmuştur.
1960'larda
Almanya, gelişimi için çıkardığı göç
yasası ile birlikte Türkiye'den Almanya'ya iş gücü göçü yaşanmış, bu göç
sırasında çalışanların ailelerinin Almanya'ya taşınmalarına Almanya tarafından
müsaade edilmemiştir. Bu göç sayesinde Almanya'nın gelişimine büyük ölçüde
katkı sağlanmıştır. Göç eden vatandaşlarımız I. Kuşak Türkler olarak
adlandırılmaktadır.
1970-
1990 yılları arasında göç eden vatandaşlarımız II. Kuşak Türkleri
oluşturmaktadır. Bu dönemde 1987 yılında Atatürk Barış ödülü Almanya
Cumhurbaşkanı Weizsaecker’e verilmiş
hemen arkasından 1988 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren
Almanya’ya ziyarette bulunmuştur.
1990'lardan
sonra ise III. Kuşak Türkler olarak adlandırılan vatandaşlarımız diğer
kuşaklardan farklı olarak hazır işe yerleşme gibi bir şansa sahip olamamışlar,
sermayeleri ile iş kurmuş ve eğitimlerine önem vermişlerdir. Bu yıllarda bazı
tutukların iade edilmemesi, satılan silahların istenilen bölgelerde
kullanılması gibi hususlarda ayrışmalar yaşanmış ve ülkeler birbirleri ile ters
düşmüşlerdir.
2002
yılından sonra Türkiye'nin dış politikada çeşitlendirmeye giderek bütün ülkeler
ile ilişkilerini kuvvetlendirmeye çalışmasıyla birlikte, Türkiye kendisini
köprü ülke olmaktan ziyade merkez ülke konumuna getirme evresine girmiştir. Bu
dönemde Avrupa ile ilişkilere daha fazla önem verilirken Ortadoğu ve Afrika'da
ihmal edilmemiş ve o döneme kadar yapılmayan açılım gerçekleştirilmiştir.
Davutoğlu'nun şu cümlesi dış politikadaki değişimi ifade etmektedir:
"Hattı diplomasi yoktur, sathı diplomasi vardır, o satıh bütün
dünyadır."
Görüldüğü
üzere Türkiye ile Almanya'nın ilişkileri çeşitli dönemlerde kesintiye uğrasa da
asırlardır devam etmektedir. Ayrıca bu ilişkinin diplomasiden uzaklaştığı tarih
en son 1683 II. Viyana Kuşatması'dır. Bu tarihten önce ve sonra iki ülke
arasındaki diplomatik ilişkiler özellikle kuşatmadan sonra nadiren kesintiye
uğramıştır diyebiliriz.
Bu
ilişkilerin, iki devletin de çıkarlarının
korunduğu anlaşmalar ile pekiştirildiğine dair bir kısım bilgiye
yukarıdaki paragraflardan da ulaşabiliriz. Ancak bu durumun son dönemlerde
Almanya'nın terör örgütlerine kucak açan bir konuma gelerek ilişkilere
zedeleyici bir boyut kazandırdığını söylememiz hiç de zor değil.
Ancak
bu tür davranışlar Almanya'ya ne kazandırıyor diye düşündüğüm de cevabım bir
"hiç" den daha fazlası olacaktır. Bu tür politikalar Almanya'ya hiç
birşey kazandırmadığı gibi süreç içerisinde de kaybettirmektedir. Almanya
farkında olmadan eskisi gibi verimli ve uzun dönemli politikalar geliştirmeyip
bunun yerine kısa vadeli planlar ile ilişkiler oluşturarak çıkar elde etme
çabası içine girmesi gelişen konjonktürü kontrol etmekte güçlük çekmesine
sebebiyet vermektedir.
Bu
noktayı bir örnekle açmak isterim: 2013 yılında Mısır'da demokratik yollarla
seçilmiş olan Cumhurbaşkanı'na darbe yapıldığında uzun vadeli politikalar yapıp
seçilmiş hükümetin yanında yer alsaydı daha iyi olmaz mıydı? Şuan Mısır'ın
başındaki kişi Almanya ile bulunduğu bölgede ne kadar aktif bir politika
izlemektedir? Onun yerine seçilmiş Cumhurbaşkanı ile daha aktif politikalar
izlenemez miydi? Bu durum bölgede Almanya'ya değer verilmesine sebebiyet vermez
miydi? Tıpkı A.B.D'nin Avrupa ülkelerine yaptığı Marshall yardımlarının
A.B.D'ye kazandırdığı itibar gibi. Bu konuda demek istediğim husus şu: Giderek
daha hızlı küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz, bir dalın kımıldamasının oluşturduğu
etki dünyanın her tarafında giderek daha fazla hissediliyor ve görünen o ki
hissedilmeye devam edilecek. Ben bir ülkenin kuyusunu kazayım derseniz aynı
zamanda, kısmen de olsa, kendi kuyunuzu kazmış olursunuz. Kuyusunu kazdığınız
ya da kazmak istediğiniz ülke sizi de o kuyuya çeker. O zaman şunu da
diyebiliriz: Avrupa ben istikrarlı olayım ancak Asya istikrarsız olsun diyemez.
Dediği vakit kendisi de kaybeder. Ortadoğu bu duruma en güzel örnek değil mi?
Eğer Ortadoğu'da ki ülkeler ve insanlar bir çıkmaza sürüklenmek isteniyorsa
Avrupa'da çıkar çatışmalarının merkezi olacaktır. Bu durum Avrupa'ya ne
kazandırabilir ki ya da Almanya'ya. Bunun yanında Suriye'deki iç savaştan
kaynaklanan mülteci krizi bir kıtayı ürkütmemiş midir? Bir kıtanın çekindiği
mültecilere Türkiye ev sahipliği yapmaktadır ki o da konunun farklı bir
boyutudur. O zaman dünya ülkeleri yapıcı politikalarına katiyetle geri
dönmelidirler. Diplomasi yeni keşfedilmiş bir husus değildir ve dünyada
istikrarın olması için, kısa vadeli politikalarla teröristlere kucak açan ülkeler
bu yanlıştan dönmesi gerekir.
Ortaya
çıkan küresel terörizm kavramı birçok ülkenin kısa vadeli planlar yapmasına
neden olmuş, bu durum suni bataklıklar oluşturulmasına ve onların çözümleri ile
uğraşılırken mazlumların görmezden gelinmesine neden olmuştur. Bunun en büyük
göstergesi dünyada oluşan mülteci sayısı değil midir? Durumun insani boyutu,
kalbi olan her insan için içler acısı bir durumu oluştururken mülteci sayısı
ise bir kıtayı dahi korkutmamış mıdır? Yoksa kısa vadeli plan yapan ülkeler
ufak birşeyi kazanayım derken uzun vadede birçok şeyi kaybetme ihtimalini
görememekte midir? Peki bunun sebebi, nedeni nedir? Hadi samimi bir şekilde
cevaplayın.
Tekrar
Avrupa özelinde Almanya'ya geri gelecek olursak, Almanya iklim değişikliğine ne
kadar önem verip tepki gösteriyorsa en azından PYD saflarında yer alan çocuk
teröristlere de tepki göstermelidir. Bu çocuk hakları için gerekli değil midir?
Konusunun yeri olmamakla beraber yeri gelmişken söyleyeyim: Çocuk haklarını korumak
için kurulan B.M kuruluşu olan UNİCEF terör örgütü PYD'nin bu yaptığına ne
zaman tepki göstermeyi düşünmektedir?
Türkiye
üzerine uygulanmak istenen kısa vadeli politikaları eleştirmeye devam edecek
olursak: Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın ülkemizden ayrı bir kategoride
değerlendirilmeye çalışılıp hedef tahtasına oturtulmaya çalışılması Türkiye
halkına karşı gerçekleştirilmiş bir saygısızlık değil midir? Türkiye'de cumhurbaşkanını,
seçme kabiliyetine haiz dünya üzerindeki Türkiyeliler seçmektedir. Ondan dolayı
nasıl geçmişte, seçimle gelmiş Türkiye'nin hükümet liderlerine saygı
gösterildiyse şimdi de aynı saygı gösterilmelidir. Türkiye, uyguladığı politika
ile Alman halkının seçmiş olduğu Merkel'e düşmanca tavırlar takınıyor mu? Yani
Alman halkına bir saygısızlık yapıyor mu? - Yapmıyor.
Almanya'nın
uygulamış olduğu bu sığ politika ile bırakın dünyanın boğuştuğu sorunları çözmeyi
Almanya ile yaşanan hangi sorunu çözüme kavuşturulabilir?
Alman
hükümet sözcüsünün de dile getirdiği gibi, bir terörist başının posterleri ile
gösteri yapılmasına müsaade edilirken, demokratik yollarla seçilmiş cumhurbaşkanının
hitabet gerçekleştirmesinin önüne geçilmek istenmesi ne kadar akla uygun,
modern dünya düzenine hitap eden bir karar? Ki hitap edilecek bu vatandaşlar
1960'lar da Almanya'nın gelişmesine katkı sağlamış kişilerin torunları değil
mi? Halen Almanya'nın hem üretimine hem istihdamına katkı sağlayan insanlar
değil mi?
Merkel
seçim programında Türkiye ile ilişkileri derinleştirme vurgusu yapmaktadır.
Bunun kesinlikle güzel bir hedef olduğu kanaatindeyim ancak bunun yolları
bellidir. Bu durumun nasıl gerçekleşmesi gerektiğine yukarıda da değinilmişti.
Eskisi gibi daha kapsamlı ilişkilerin kurulması hem çok kolaydır hem de çok
zordur. Tercih Almanya'nın politikasına kalmıştır. Şahsıma göre ise çok
kolaydır; dünya Türkiyelilerinin seçimine saygı duymak ve Türkiye'de suçlu
olarak kabul edilen teröristlerin iadesini gerçekleştirmek. Hem ekonomik hem
siyasi hem de küresel çıkarların bulunduğu Türkiye yerine terör gruplarına
mensup olmuş bir kaç kişiyi tercih etmek bana hiç de akıl kârı gelmiyor. Hem de
dünya küresel terörizm ile mücadele ederken.
Türkiye
hiçbir ülkeye tehdit oluşturmayacak şekilde, mazlumların da yanında olarak,
dünya düzeninin istikrarına katkı sağlayacak yapıcı politikalar üretmeye devam
edecektir. Dünya ülkelerinin çıkarına olan yapıcı politikaların yanında olmak
ya da karşısında olmak ise Almanya'nın tercihidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder