Paranın kullanım amacına
baktığımız vakit tanımına kısmen de olsa ulaşılmış olacaktır. "Para; mal,
hizmet ve borçların ödenmesi hususunda kullanılan bir araçtır." Tabii ki
bu araç zamanla değişkenlik göstererek literatürde ve günlük hayatta
kullanılmaya devam etmiştir. Öncelikli olarak kıymetli metallerden yapılarak
tedavülde dolaşan para cinsine mal para denilmiştir. Altın para sisteminde ise
kağıt paraların altın miktarına bağlı olarak basılması durumunu ifade
etmektedir. Daha sonra ise kağıt para sistemine geçiş yapılmıştır. Kağıt para
sistemi, para politikası araçlarını daha aktif kullanma olanağı tanımıştır.
Çünkü para basımı gibi yetkiler devletlerde belirlenen otoriteler tarafından
sağlanmaya başlanmıştır.
Kağıt para sisteminin
sağlamış olduğu avantajların yanında avantajsız durumlar da oluşturduğu
gözlemlenmiştir. İlgili devlet otoritelerinin para arzını, üretim artışı
olmaksızın, artırması ülkede enflasyonist eğilimlerin artmasına neden oluşturmuştur.
Ayrıca faiz kavramı da enflasyonun artış eğilimine girmesi karşısında parasının
değerini korumak isteyen yatırımcıların, büyük bir çoğunlukla, enflasyondan
daha yüksek olan faiz oranını kullanarak parasının değerini korumaya çalışması
ülkede üretimin kısılmasına, işsizliğin artmasına ve milli gelirin düşmesine
neden olmuştur. Bundan dolayı para basma yetkisini elinde bulunduran otoriteler
bu yetkiyi doğru kullandığında her bir ülke vatandaşı için olumlu sonuçlar
doğururken doğru bir şekilde kullanmaması ise yine her bir vatandaşa olumsuz
etkisi dokunmuştur. O zaman para, şu iki unsuru etkilemektedir diyebiliriz:
Enflasyon ve faiz.
Yüksek enflasyonu
ülkemiz yıllarca yaşamıştır. Çeşitli Avrupa ülkeleri de I. Dünya Savaşı'ndan ve
II. Dünya Savaşı'ndan sonra hiper enflasyon durumu ile karşılaşmış ve mücadele
etmişlerdir.
Ülkemizin yıllarca, uzun
süre savaşa girmemesine rağmen, yüksek enflasyonla uğraşmasının nedeni para
basımı yetkisini gereksiz yere kullanması ve bunu kullanırken üretimi artırmaya
yönelik bir girişimde bulunmamasıydı. Tabii diğer bir etken de o dönemlerin
çoğu iktidarları tarafından halkın, hükümet tarafından iktidarda kalma süresi
içerisinde sürekli olarak hatırlanması yerine seçim öncesi hatırlanarak seçim
ekonomisi uygulanması ve bundan dolayı seçim öncesi para arzını artırmalarından kaynaklanmaktaydı. Bu hususta hazin bir
örnek vermek isterim: 1994 27 Mart Yerel Seçimi emisyon hacmi 68 trilyon, 1995
24 Aralık Erken Genel Seçimi emisyon hacmi 222 trilyon. Tabii bu seçimlerin
çeşitli sebeplerle (muhtura, darbe, yönetim kabiliyetinden uzak iktidar v.b)
daha sık yapılması seçim ekonomisinin daha sık uygulanmasına neden olmuştur.
Aslında mevzu gayet basittir; seçim ekonomisi yerine 2002 yılından beri olduğu
gibi "millet ekonomisi" uygulanmış olunsaydı, şurası bir gerçek,
şuanda 2023 hedeflerine ulaşmış bir ülke olurduk. Her bir ferdimiz şuanda ki
durumundan daha zengin olurdu. Ancak geçen geçmişte kaldı bize ders çıkarmak
düşer. Tekrar etmek gerekirse mesele gayet basit; iktidarda olunduğu müddetçe
her daim milleti baz alan "millet ekonomisi" uygulamak.
Faiz ve enflasyon
kavramlarını biraz daha ayrıntıya girerek açıklamakta ve bu kavramlara
günümüzde etki eden kurumlara ve bu kurumların uygulamalarına da değinmekte
fayda var.
Enflasyonun artışı
faizin artışına tek başına etki eden bir durum değil. Karşılıksız bir şekilde
para arzını artırmak da faizin artmasına neden olmaktadır. O zaman şunu
söylememiz hiç de yanlış olmaz: Kontrolsüz para arzı artışı hem enflasyonu hem
de faizleri artırıcı bir etkendir.
Faiz deyince akıllara
bankaların gelmesi pek olağan. Her olağan kuruluş gibi olağan durumlarda
kuruluşların kârlarını nasıl artırırız sorusuna cevap araması da olağan. Peki,
aracı kuruluş olan bankalar kârlarını ne şekilde artırabilirler? Temelde mevduat
toplayarak. Çünkü bankaların malı paradır ve ucuza alıp ondan belli bir miktar
yukarıya satarlar. Peki mevduat ne şekilde toplanır?
- Mevduatlara daha fazla
faiz ödeyerek. (Birinci başlık)
- Ülkenin gelişimi ile
birlikte insanların zenginleşmesi sağlanacağından dolayı doğal olarak
bankalardaki mevduat oranı da artacaktır. (İkinci başlık)
Şimdi bu seçenekleri
sırasıyla analiz etmeye çalışalım. Bankalar mevcut piyasada dönen paraya daha
fazla faiz vermeleri evet mevduatları kendilerine çekmelerine neden olacaktır.
Ancak yukarıda da belirtildiği üzere bankaların malı paradır. Mevduata daha
fazla faiz vererek aslında malını pahalılaştırmaktadır. Mevduata verdiği faiz
oranından daha fazla faiz oranı ile kurumsal ve bireysel müşterilere kredi kullandırımı
yapmalıdır ki ayakta kalabilsin. Banka zarar görmesin. Ancak bu durumun
doğurduğu sonuçlar hiç de iç açıcı değildir. Çünkü artan faiz maliyetlerinden
dolayı kurumsal ve bireysel müşteriler kredi almaktan kaçınır ve bu durum
bankaların lehine sonuçlanmaz. Bankaların lehine sonuçlanmadığı gibi
yatırımcılar sermayeye ulaşmanın maliyetinin artmasından dolayı yatırım yapmaz
hatta bozulan ekonomik koşullardan dolayı mevcut yatırımlarını fes etmek zorunda
kalabilir, ekonomide daralma gözlenir.
Bunun zararı her ne kadar öncelikli olarak bireye ve ülkeye yansıyacağı
düşünülse de aracı kuruluşlar olan bankalara da yansır. Bu durumu bir örnek ile
açıklayalım:
BİM'den su alan bir kişi
faiz oranlarının artması, piyasada nakit sıkışıklığı ve ekonominin daralmaya girmesi
sebebi ile işini kaybetse bundan dolayı artık suyu BİM'den almak yerine
musluktan içmeye başlarsa bu bankalardan herhangi birinin (BİM hangi banka ile
çalışıyorsa) kaybettiği milyonlarca müşteriden sadece biri olacaktır. Çünkü
BİM'den yapılan alışverişler gün sonunda netice itibari ile herhangi bir
bankaya yatırıldığından dolayı o bankanın o parayı kullandırmasını sağlayacak
bir girdi yani mevduat halini alır.
Sadece bir suyun piyasa
mekanizması için önemi ne olabilir ki demeyin. Bu örneği biraz daha açtığımızda
şu duruma ulaşacağı:. Türkiye'nin nüfusu 2016 yıl sonu itibari ile 79 milyon
814 bin 871 kişi ve bu nüfusun elbette tamamı hergün su içmektedir. Bu nüfusun yarısının(39 milyon 907 bin 425
kişi) gün içinde sisteme dahil olan kurumlardan (gün sonunda herhangi bir
bankanın hesabına yatırılması) 1 LT ( 1LT ortalama 1TL olduğunu varsayarsak) su
aldığını düşünürsek hergün sadece 1 LT sudan 39 milyon 907 bin 425 TL
mevduat, bankaların hesaplarına yatmaktadır. Bu mevduata hangi banka hergün
mevduata verdiği faiz oranını artırarak
ulaşabilir. Şuraya da dikkat etmekte fayda var: Bu alışverişi yapan kişilerin
cebinde herhangi bir bankanın kartı olmasına gerek yoktur ve buna rağmen bankalara
mevduat girişi sağlamaktadırlar. Bu tip müşterilerin bankaların potansiyel
müşterileri segmentinde yer almasına rağmen bankalara fayda sağladığı açıktır.
Bir de bankalar açısından müşteri haline geldiklerin de elbette daha fazla
fayda sağlayacaklardır. Peki hem potansiyel müşterilerin hem mevcut
müşterilerin bankalara daha fazla mevduat sağlamaları için ne yapılması
gerekmektedir? Gelirin artarak reel para talebi miktarının(finansal yenilikleri
sabit kabul edersek) artması gerekmektedir. Ancak faizin artması reel para
talebini düşürür, aynı zamanda yukarıda
da değinildiği üzere, ulusal gelir düzeyini de düşürür. Ulusal gelir düzeyinin
düşmesi ise elde tutulmak istenilen para miktarını azaltır.
Akılda kalması için
sadece "sudan" bir örnek verdim. Ancak bu durumu, orta sınıfın talep ettiği ürünlerin esneklik katsayısı göz önünde
bulundurularak incelediğimiz de ve bu ürünlere bireylerin ulaşması ile
bankaların gün içinde sağladığı mevduat düşünüldüğün de, orta sınıf diye tabir
ettiğimiz kesimin gelir seviyesinin düşmemesi, para talebinin azalmaması, işsiz
kalmaması ne kadar önemli olduğu aşikar olarak görülmektedir. Artık bankalar,
benim için sadece çok paralı kişiler ya da kurumsal müşteriler önem arz
etmektedir diyemez. Çünkü elde ettikleri kârların %50'sini kurumsal
müşterilerden elde ediyorlarsa %50'sini bireysel müşterilerden elde etmektedirler.
Şurası bir gerçektir, artık eskisi gibi faizleri yükselteyim mevduat toplayayım
devri Türkiye'de kapanmıştır. Çünkü bireysel ve kurumsal müşteriler bankalar
açısından birbirlerine tercih edilemeyecek kadar önem arz etmektedir. Bunun
için mevduatlara daha fazla faiz ödeyerek kâr yapma hayali görüldüğü üzere hem
kurumsal müşterilerin yatırım yapamamaları açısından, hem bireysel müşterilerin
zamanla gelirlerinde azalmaya neden olması bakımından hem bankaların
bilançolarının bozulmasına neden olacak olması nedeniyle hem de ülkenin
gelişimini olumsuz yönde etkileyeceğinden dolayı tamamen yanlış olduğu alenen
görülmektedir. İlk başlık olan "mevduata
fazla faiz vermenin" doğuracağı sonuçları buraya kadar açıklamaya
çalıştık.
İkinci başlığa geçmeden
önce şu hususlara da değinmekte fayda var: Mevduata verilen faizlerin
yükselmesi hisse senetlerine olan talebi düşüreceği için borsada işlem gören
firmaların değerlerin de düşüş gözlenecektir. Aynı zamanda bankalar da borsada
işlem yaptıklarına göre bu durum onların da zararına olacaktır. Ayrıca hisse
senetlerine yatırım yapmak firmaların yatırımlarını finanse eden etkenlerden
biri olduğuna göre, yatırımlar da bireylerin gelirlerinde bir artışa vesile
olacağına göre, geliri artan birey bankalar için daha fazla mevduat anlamına
geldiğine göre faiz artırmanın bankalar açısından diğer bir zararı burada da
karşımıza çıkmaktadır.
Faiz artıran bankalar, bazı
bankaların faiz artırma yarışı içine
girdikleri için mecburen mevduat kaybetmemek adına bu yola başvurduklarını öne
sürebilirler. Ancak şurası bir gerçek ekonomilerde "bırakınız yapsınlar,
bırakınız geçsinler" felsefesi dünyada son bulalı çok oluyor. Bundan
dolayı devletlerin, ekonomiyi bozan ya
da bozma ihtimali olan unsurlara çeşitli politikalar ile müdahale ettiği uzun
süredir bilinmektedir.
Mevduat artırmanın bir
diğer yolu olan ikinci başlık şu şekildeydi: "Ülkenin gelişimi ile
birlikte insanların zenginleşmesi sağlanacağından dolayı doğal olarak
bankalardaki mevduat oranı da artacaktır." Elbette bu durum sadece
bankaların faiz artırmama politikası ile uygulanabilecek bir kavram değildir.
Ancak konuyu fazla dağıtmadan ifade edildiğin de para arzı artışının doğru bir
şekilde kullanılması hususunu incelememiz gerekmektedir. Para arzını
artırdığımız da bunun öncelikli olarak yatırıma dönüşmesine imkan vermeden
tüketicinin eline geçmesi durumu, ülkenin nur topu gibi enflasyonla
karşılaşmasına neden olabilmektedir. Çünkü artan para arzı üretime katkı
sağlamaksızın tüketime kanalize edilmiş olmaktadır. Tıpkı geçmişte seçim
ekonomilerinde yapıldığı gibi. Ancak para arzı artışının enflasyona sebep
vermemesi için bu kalemi belki de şu şekilde kullanmak gerekir: Para arzı
artışı, ihracatı artırıcı üretim unsurlarına kanalize edilebilindiği vakit,
gerçekleşecek yatırım her halükarda, ihracat sayesinde, sürekli olacağı için
artan para arzının bir karşılığı olacaktır ve bu durum enflasyona neden olmadan
yatırımın ve üretimin artmasına vesile
olacaktır. Yatırım artışı istihdam artışını da getireceğinden dolayı bireylerin
elde edeceği paranın harcanması ile herhangi bir enflasyon oluşmayacaktır,
inşallah. Çünkü para arzının karşılığında üretilen ürün ve talep eden
tüketiciler vardır. İhracata yönelik ürünler için ilk aklıma gelen sektörler;
savunma sanayi, ilaç sanayi olmaktadır. Henüz dünya piyasalarında doygunluğa
ulaştığını düşünmemekteyim. Ancak tabii
ki dünya pazarının ihtiyaçları göz önünde bulundurularak ya da ihtiyaçlar
ortaya çıkarılarak bu sektörler çeşitlendirilmelidir. Bunu gerçekleştirebilmek
için bize motor icat edecek yeni Erbakan hocalara, yapı alanında çığırlar
açacak yeni Mimar Sinanlara, bizi gökyüzü ile buluşturacak girişimlerin
gelişmesini sağlayacak yeni Vecihi Hürkuşlara... ihtiyacımız var.
Peki başarabilir miyiz
diye soruyorsanız cevabım elbette, Allah'ın izni ile, başarabiliriz olacaktır.
Bu ikinci başlıkla
ilgili son yazılanların uzun vadeli planlar olduğunun farkındayım. Ancak
Türkiye barındığı potansiyel (insan gücü
ve maddi diğer güçler) ile yüksek büyüme potansiyeline sahiptir. Bankalar da kârlarını
artırmak istiyorlarsa bu potansiyeli her daim değerlendirmeli ve uzun vadeli
planlara eşlik etmeleri gerekir. Bu durum onları diğer uluslararası bankalar
sıralamasında daha fazla üst seviyeye tırmanmalarının önünü açacaktır.
Kısaca, kısa vadeli
düşünüp mevduata verilen faizi artırmanın bunu artıran kurumlara dahi bir
faydası olmayacağı gibi sadece kendilerine değil, bu ülkede yaşayan her bir
ülke vatandaşına ve bu ülkenin her bir yatırımcısına zararı dokunacaktır. En
güzeli uzun vadeli plan yapıp bu uzun vadeli planı destekleyecek kısa vadeli
planlar yapmak. Sanırım bu noktada bankaların üzerine düşen de faiz artırmamak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder