21 Temmuz 2017 Cuma

Para Faiz Enflasyon

   Paranın kullanım amacına baktığımız vakit tanımına kısmen de olsa ulaşılmış olacaktır. "Para; mal, hizmet ve borçların ödenmesi hususunda kullanılan bir araçtır." Tabii ki bu araç zamanla değişkenlik göstererek literatürde ve günlük hayatta kullanılmaya devam etmiştir. Öncelikli olarak kıymetli metallerden yapılarak tedavülde dolaşan para cinsine mal para denilmiştir. Altın para sisteminde ise kağıt paraların altın miktarına bağlı olarak basılması durumunu ifade etmektedir. Daha sonra ise kağıt para sistemine geçiş yapılmıştır. Kağıt para sistemi, para politikası araçlarını daha aktif kullanma olanağı tanımıştır. Çünkü para basımı gibi yetkiler devletlerde belirlenen otoriteler tarafından sağlanmaya başlanmıştır.

  Kağıt para sisteminin sağlamış olduğu avantajların yanında avantajsız durumlar da oluşturduğu gözlemlenmiştir. İlgili devlet otoritelerinin para arzını, üretim artışı olmaksızın, artırması ülkede enflasyonist eğilimlerin artmasına neden oluşturmuştur. Ayrıca faiz kavramı da enflasyonun artış eğilimine girmesi karşısında parasının değerini korumak isteyen yatırımcıların, büyük bir çoğunlukla, enflasyondan daha yüksek olan faiz oranını kullanarak parasının değerini korumaya çalışması ülkede üretimin kısılmasına, işsizliğin artmasına ve milli gelirin düşmesine neden olmuştur. Bundan dolayı para basma yetkisini elinde bulunduran otoriteler bu yetkiyi doğru kullandığında her bir ülke vatandaşı için olumlu sonuçlar doğururken doğru bir şekilde kullanmaması ise yine her bir vatandaşa olumsuz etkisi dokunmuştur. O zaman para, şu iki unsuru etkilemektedir diyebiliriz: Enflasyon ve faiz.

   Yüksek enflasyonu ülkemiz yıllarca yaşamıştır. Çeşitli Avrupa ülkeleri de I. Dünya Savaşı'ndan ve II. Dünya Savaşı'ndan sonra hiper enflasyon durumu ile karşılaşmış ve mücadele etmişlerdir.

   Ülkemizin yıllarca, uzun süre savaşa girmemesine rağmen, yüksek enflasyonla uğraşmasının nedeni para basımı yetkisini gereksiz yere kullanması ve bunu kullanırken üretimi artırmaya yönelik bir girişimde bulunmamasıydı. Tabii diğer bir etken de o dönemlerin çoğu iktidarları tarafından halkın, hükümet tarafından iktidarda kalma süresi içerisinde sürekli olarak hatırlanması yerine seçim öncesi hatırlanarak seçim ekonomisi uygulanması ve bundan dolayı seçim öncesi para arzını artırmalarından kaynaklanmaktaydı. Bu hususta hazin bir örnek vermek isterim: 1994 27 Mart Yerel Seçimi emisyon hacmi 68 trilyon, 1995 24 Aralık Erken Genel Seçimi emisyon hacmi 222 trilyon. Tabii bu seçimlerin çeşitli sebeplerle (muhtura, darbe, yönetim kabiliyetinden uzak iktidar v.b) daha sık yapılması seçim ekonomisinin daha sık uygulanmasına neden olmuştur. Aslında mevzu gayet basittir; seçim ekonomisi yerine 2002 yılından beri olduğu gibi "millet ekonomisi" uygulanmış olunsaydı, şurası bir gerçek, şuanda 2023 hedeflerine ulaşmış bir ülke olurduk. Her bir ferdimiz şuanda ki durumundan daha zengin olurdu. Ancak geçen geçmişte kaldı bize ders çıkarmak düşer. Tekrar etmek gerekirse mesele gayet basit; iktidarda olunduğu müddetçe her daim milleti baz alan "millet ekonomisi" uygulamak.

  Faiz ve enflasyon kavramlarını biraz daha ayrıntıya girerek açıklamakta ve bu kavramlara günümüzde etki eden kurumlara ve bu kurumların uygulamalarına da değinmekte fayda var.

   Enflasyonun artışı faizin artışına tek başına etki eden bir durum değil. Karşılıksız bir şekilde para arzını artırmak da faizin artmasına neden olmaktadır. O zaman şunu söylememiz hiç de yanlış olmaz: Kontrolsüz para arzı artışı hem enflasyonu hem de faizleri artırıcı bir etkendir.

   Faiz deyince akıllara bankaların gelmesi pek olağan. Her olağan kuruluş gibi olağan durumlarda kuruluşların kârlarını nasıl artırırız sorusuna cevap araması da olağan. Peki, aracı kuruluş olan bankalar kârlarını ne şekilde artırabilirler? Temelde mevduat toplayarak. Çünkü bankaların malı paradır ve ucuza alıp ondan belli bir miktar yukarıya satarlar. Peki mevduat ne şekilde toplanır?
- Mevduatlara daha fazla faiz ödeyerek. (Birinci başlık)
- Ülkenin gelişimi ile birlikte insanların zenginleşmesi sağlanacağından dolayı doğal olarak bankalardaki mevduat oranı da artacaktır. (İkinci başlık)

   Şimdi bu seçenekleri sırasıyla analiz etmeye çalışalım. Bankalar mevcut piyasada dönen paraya daha fazla faiz vermeleri evet mevduatları kendilerine çekmelerine neden olacaktır. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere bankaların malı paradır. Mevduata daha fazla faiz vererek aslında malını pahalılaştırmaktadır. Mevduata verdiği faiz oranından daha fazla faiz oranı ile kurumsal ve bireysel müşterilere kredi kullandırımı yapmalıdır ki ayakta kalabilsin. Banka zarar görmesin. Ancak bu durumun doğurduğu sonuçlar hiç de iç açıcı değildir. Çünkü artan faiz maliyetlerinden dolayı kurumsal ve bireysel müşteriler kredi almaktan kaçınır ve bu durum bankaların lehine sonuçlanmaz. Bankaların lehine sonuçlanmadığı gibi yatırımcılar sermayeye ulaşmanın maliyetinin artmasından dolayı yatırım yapmaz hatta bozulan ekonomik koşullardan dolayı mevcut yatırımlarını fes etmek zorunda kalabilir, ekonomide daralma gözlenir.  Bunun zararı her ne kadar öncelikli olarak bireye ve ülkeye yansıyacağı düşünülse de aracı kuruluşlar olan bankalara da yansır. Bu durumu bir örnek ile açıklayalım:

  BİM'den su alan bir kişi faiz oranlarının artması, piyasada nakit sıkışıklığı ve ekonominin daralmaya girmesi sebebi ile işini kaybetse bundan dolayı artık suyu BİM'den almak yerine musluktan içmeye başlarsa bu bankalardan herhangi birinin (BİM hangi banka ile çalışıyorsa) kaybettiği milyonlarca müşteriden sadece biri olacaktır. Çünkü BİM'den yapılan alışverişler gün sonunda netice itibari ile herhangi bir bankaya yatırıldığından dolayı o bankanın o parayı kullandırmasını sağlayacak bir girdi yani mevduat halini alır.

   Sadece bir suyun piyasa mekanizması için önemi ne olabilir ki demeyin. Bu örneği biraz daha açtığımızda şu duruma ulaşacağı:. Türkiye'nin nüfusu 2016 yıl sonu itibari ile 79 milyon 814 bin 871 kişi ve bu nüfusun elbette tamamı hergün su içmektedir. Bu nüfusun yarısının(39 milyon 907 bin 425 kişi) gün içinde sisteme dahil olan kurumlardan (gün sonunda herhangi bir bankanın hesabına yatırılması) 1 LT ( 1LT ortalama 1TL olduğunu varsayarsak) su aldığını düşünürsek hergün sadece 1 LT sudan 39 milyon 907 bin 425 TL mevduat, bankaların hesaplarına yatmaktadır. Bu mevduata hangi banka hergün mevduata verdiği  faiz oranını artırarak ulaşabilir. Şuraya da dikkat etmekte fayda var: Bu alışverişi yapan kişilerin cebinde herhangi bir bankanın kartı olmasına gerek yoktur ve buna rağmen bankalara mevduat girişi sağlamaktadırlar. Bu tip müşterilerin bankaların potansiyel müşterileri segmentinde yer almasına rağmen bankalara fayda sağladığı açıktır. Bir de bankalar açısından müşteri haline geldiklerin de elbette daha fazla fayda sağlayacaklardır. Peki hem potansiyel müşterilerin hem mevcut müşterilerin bankalara daha fazla mevduat sağlamaları için ne yapılması gerekmektedir? Gelirin artarak reel para talebi miktarının(finansal yenilikleri sabit kabul edersek) artması gerekmektedir. Ancak faizin artması reel para talebini düşürür, aynı zamanda  yukarıda da değinildiği üzere, ulusal gelir düzeyini de düşürür. Ulusal gelir düzeyinin düşmesi ise elde tutulmak istenilen para miktarını azaltır.

   Akılda kalması için sadece "sudan" bir örnek verdim. Ancak bu durumu, orta sınıfın talep ettiği  ürünlerin esneklik katsayısı göz önünde bulundurularak incelediğimiz de ve bu ürünlere bireylerin ulaşması ile bankaların gün içinde sağladığı mevduat düşünüldüğün de, orta sınıf diye tabir ettiğimiz kesimin gelir seviyesinin düşmemesi, para talebinin azalmaması, işsiz kalmaması ne kadar önemli olduğu aşikar olarak görülmektedir. Artık bankalar, benim için sadece çok paralı kişiler ya da kurumsal müşteriler önem arz etmektedir diyemez. Çünkü elde ettikleri kârların %50'sini kurumsal müşterilerden elde ediyorlarsa %50'sini bireysel müşterilerden elde etmektedirler. Şurası bir gerçektir, artık eskisi gibi faizleri yükselteyim mevduat toplayayım devri Türkiye'de kapanmıştır. Çünkü bireysel ve kurumsal müşteriler bankalar açısından birbirlerine tercih edilemeyecek kadar önem arz etmektedir. Bunun için mevduatlara daha fazla faiz ödeyerek kâr yapma hayali görüldüğü üzere hem kurumsal müşterilerin yatırım yapamamaları açısından, hem bireysel müşterilerin zamanla gelirlerinde azalmaya neden olması bakımından hem bankaların bilançolarının bozulmasına neden olacak olması nedeniyle hem de ülkenin gelişimini olumsuz yönde etkileyeceğinden dolayı tamamen yanlış olduğu alenen görülmektedir. İlk başlık olan  "mevduata fazla faiz vermenin" doğuracağı sonuçları buraya kadar açıklamaya çalıştık.

   İkinci başlığa geçmeden önce şu hususlara da değinmekte fayda var: Mevduata verilen faizlerin yükselmesi hisse senetlerine olan talebi düşüreceği için borsada işlem gören firmaların değerlerin de düşüş gözlenecektir. Aynı zamanda bankalar da borsada işlem yaptıklarına göre bu durum onların da zararına olacaktır. Ayrıca hisse senetlerine yatırım yapmak firmaların yatırımlarını finanse eden etkenlerden biri olduğuna göre, yatırımlar da  bireylerin gelirlerinde bir artışa vesile olacağına göre, geliri artan birey bankalar için daha fazla mevduat anlamına geldiğine göre faiz artırmanın bankalar açısından diğer bir zararı burada da karşımıza çıkmaktadır.

   Faiz artıran bankalar, bazı bankaların  faiz artırma yarışı içine girdikleri için mecburen mevduat kaybetmemek adına bu yola başvurduklarını öne sürebilirler. Ancak şurası bir gerçek ekonomilerde "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" felsefesi dünyada son bulalı çok oluyor. Bundan dolayı  devletlerin, ekonomiyi bozan ya da bozma ihtimali olan unsurlara çeşitli politikalar ile müdahale ettiği uzun süredir bilinmektedir.

   Mevduat artırmanın bir diğer yolu olan ikinci başlık şu şekildeydi: "Ülkenin gelişimi ile birlikte insanların zenginleşmesi sağlanacağından dolayı doğal olarak bankalardaki mevduat oranı da artacaktır." Elbette bu durum sadece bankaların faiz artırmama politikası ile uygulanabilecek bir kavram değildir. Ancak konuyu fazla dağıtmadan ifade edildiğin de para arzı artışının doğru bir şekilde kullanılması hususunu incelememiz gerekmektedir. Para arzını artırdığımız da bunun öncelikli olarak yatırıma dönüşmesine imkan vermeden tüketicinin eline geçmesi durumu, ülkenin nur topu gibi enflasyonla karşılaşmasına neden olabilmektedir. Çünkü artan para arzı üretime katkı sağlamaksızın tüketime kanalize edilmiş olmaktadır. Tıpkı geçmişte seçim ekonomilerinde yapıldığı gibi. Ancak para arzı artışının enflasyona sebep vermemesi için bu kalemi belki de şu şekilde kullanmak gerekir: Para arzı artışı, ihracatı artırıcı üretim unsurlarına kanalize edilebilindiği vakit, gerçekleşecek yatırım her halükarda, ihracat sayesinde, sürekli olacağı için artan para arzının bir karşılığı olacaktır ve bu durum enflasyona neden olmadan yatırımın ve üretimin artmasına  vesile olacaktır. Yatırım artışı istihdam artışını da getireceğinden dolayı bireylerin elde edeceği paranın harcanması ile herhangi bir enflasyon oluşmayacaktır, inşallah. Çünkü para arzının karşılığında üretilen ürün ve talep eden tüketiciler vardır. İhracata yönelik ürünler için ilk aklıma gelen sektörler; savunma sanayi, ilaç sanayi olmaktadır. Henüz dünya piyasalarında doygunluğa ulaştığını düşünmemekteyim. Ancak tabii ki dünya pazarının ihtiyaçları göz önünde bulundurularak ya da ihtiyaçlar ortaya çıkarılarak bu sektörler çeşitlendirilmelidir. Bunu gerçekleştirebilmek için bize motor icat edecek yeni Erbakan hocalara, yapı alanında çığırlar açacak yeni Mimar Sinanlara, bizi gökyüzü ile buluşturacak girişimlerin gelişmesini sağlayacak yeni Vecihi Hürkuşlara... ihtiyacımız var.

   Peki başarabilir miyiz diye soruyorsanız cevabım elbette, Allah'ın izni ile, başarabiliriz olacaktır.

   Bu ikinci başlıkla ilgili son yazılanların uzun vadeli planlar olduğunun farkındayım. Ancak Türkiye barındığı potansiyel  (insan gücü ve maddi diğer güçler) ile yüksek büyüme potansiyeline sahiptir. Bankalar da kârlarını artırmak istiyorlarsa bu potansiyeli her daim değerlendirmeli ve uzun vadeli planlara eşlik etmeleri gerekir. Bu durum onları diğer uluslararası bankalar sıralamasında daha fazla üst seviyeye tırmanmalarının önünü açacaktır.

  Kısaca, kısa vadeli düşünüp mevduata verilen faizi artırmanın bunu artıran kurumlara dahi bir faydası olmayacağı gibi sadece kendilerine değil, bu ülkede yaşayan her bir ülke vatandaşına ve bu ülkenin her bir yatırımcısına zararı dokunacaktır. En güzeli uzun vadeli plan yapıp bu uzun vadeli planı destekleyecek kısa vadeli planlar yapmak. Sanırım bu noktada bankaların üzerine düşen de faiz artırmamak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder