Günümüz dünyasında
birçok problemin temelinde, dikkat edildiği takdirde ırkçılık düşüncesinin
yattığı görülecektir. Bu düşüncenin temelinde herhangi bir insanı ötekileştirmek
eğiliminin olduğu aşikardır. Bu dışlama, çeşitli kuruluşların çabası ile
insanların zihninde çeşitli kavramlar aracı kılınarak birbaşkasından çekinmesi,
birbaşkasını dışlaması durumudur. Algı operasyonları ile desteklenen ırkçılık
düşüncesi nedeniyle, dışlanan kişi ya da
zümrelerin dışlayan kişinin zihninde oluşan düşünce ile, dışlanmış kişinin gerçek
duruma aykırı bir şekilde algılarda yer etme durumu ortaya çıkmaktadır.
Irkçılık kavramı ortaya
çıkmadan önce ırk kavramının tanımı filozof Kant ve çeşitli düşünürler tarafından da yapılmıştır. Peki, bu tanım
yapılmadan önce insanlar ırklarının farkında değiller miydi? Elbette
farkındaydılar. Örneğin, Orhun Yazıtları'nda geçen hitabette yer alan öğütler
bunun en güzel örneğidir. Sorun zaten ırkların varlığı değil, ırklara karşı
gerçekleştirilmek istenen olumsuz tutumdur. Yani olumsuz olan, ırk kavramından
yararlanılarak diğer insanları dışlayıcı bir tavır içine girilmesi ve onlara
düşmanca tavır takınılmasından dolayı ortaya çıkan ırkçılık düşüncesidir. Yoksa
her insanın bir ırkı vardır ve bundan dolayı suçlanamaz ya da dışlanamaz. Ya da
dışlanmamalı. Bu bağlamda düşünüldüğünde herhangi bir ırkın varlığı asla
herhangi bir zaruret ortaya çıkarmamalıyken ırkçılık düşüncesi ise insanlık
açısından son derece tehlikelidir. Bu unsurlar göz önüne alındığın da ırkçılığın
tanımı ise kısaca şu şekilde yapılabilir: Yabancı düşmanlığı, benim gibi
olmayanı dışlama ve hor görme. Bu noktada 1930'larda dünya üzerinde karşılaşılan
antisemitist düşünce yapısı, bu konuyla ilgili olarak üzerinde çokça durulan
örneklerdendir.
"Mobbing" kelimesini ırkçılık kavramı ile
özdeşleştirmekteyim. Kelimenin TDK'da ki çevirisine bakıldığında"
bezdirme" anlamı ile karşımıza çıkmaktadır. Tabii bu kavram 1930'larda
yaşanmış antisemitist düşünceyi kapsamamakla birlikte 1930'lara gidişin, önlem
alınmazsa, temelini oluşturmaktadır. Bu
durumu şuanda Arakan'da acı bir şekilde görmekteyiz. Günümüzde gelişmiş
ülkelerin birçoğunda kişiye ya da zümreye karşı kültürel mobbing olarak
isimlendirebileceğim uygulamaları görmemiz ise hiçte zor değil.
Temelinde kendinden olmayana karşı ırkçı tutumlardan
türeyen ve kısmen bir bezdirme(mobbing) türü olduğunu düşündüğüm İslamofobi kavramının
körüklenmesinde çeşitli nedenler var. Bu körükleme nedeniyle oluşan İslam
korkusunu, zümrelerin ya da kişilerin gerçek olmayan bir korku hissetmesi durumu
olarak açıklayabiliriz.
Dünya yakın tarihte, yaşanılan ırkçılık söylemleri
neticesinde yeni dünya düzeninde yaşanmaması gereken ancak yaşanarak dünya
insanlığının başına açtığı dertlere bakalım. Irkçılık korku toplumunun
oluşmasına neden olan en önemli etkendir. Oluşan korku toplumunda insanlar
birbirine güven duymaz ve hissettikleri sevgi bağları giderek azalır. Masum ve
birbirinden korkan zümreler arasında oluşan korku duvarından dolayı gerçekleşen
çekimserlik ve bunun neticesinde dışlanan toplum, dışlayan ülkenin mevcuduna
göre küçük bir unsuru temsil etse dahi, ırkçılık kavramının varlığı ülke içinde
çeşitli yapısal bozulmalara neden olur. Bu yapısal bozulmayı günümüz dünyasının
kısmen yaşadığı kavram olan İslamofobi üzerinden biraz daha açalım: Yanlış
bilgilendirme ile oluşan İslam korkusu (İslamofobi) nedeniyle Müslüman olan insanlara
karşı mesafe koyulması aslında neredeyse 2 milyar Müslüman coğrafyaya sahip
ülkelere mesafe konulması anlamına gelir. Bunun neticesinde yanlış
temellendirmeler yüzünden İslamofobi kavramının yaşandığı ülke, farkında olmadan
dünyanın 2 milyar nüfusundan ve bu insanların ülkelerinden kısmen de olsa kendisini
soyutlamış olur. Bu durum neticesinde bir zümreyi dışlayan ülke aslında dünyadan
kendini soyutlamanın adımlarını atmış bulunmaktadır. Peki kendini diğer dünya
ülkelerinden soyutlamanın adımlarını atan ülke ya da ülkeler dünya düzeninin
sürdürülmesine katkı sağlayabilir mi?
Bir de ırkçılığın olumsuz bir şekilde etkilediği, en önemli
bir unsur olan, insani boyuta bakalım. Çünkü
ırkçılık, ülkeler üzerinde ve doğal olarak insanlar üzerinde eğer önlem alınmazsa,
neticeleri ağır olacak şekilde yayılma
eğilimi gösteren bir hastalık türüdür. Bu durum, öncelikle ülkede sanki küçük
gibi görülen bir zümreyi dışlama hareketi gibi başlasa da temelinde
ben-merkezcilik olan ırkçılık, giderek diğer ülke ırklarını ve dinlerini de
karşısına alarak onları da dışlama çabasına girer. Bunu dünya yakın zamanda
yaşamadı mı? II. Dünya Savaşı'nın çıkmasındaki bir etken de ırkçılık düşüncesi
değil miydi? Milyonlarca insan ölüp yaralanmadı mı? Irkçılık görüldüğü üzere
dünyada çok acı bir şekilde tecrübe edildi. Onun için ırkçılığı körükleyici uygulamalar
dünya insanlığını işin içinden çıkılamaz hale sokar. Bu ister bir dine karşı
gerçekleştirilsin isterse bir ırka karşı gerçekleştirilsin hiç farketmez.
Peki bu durma ya da durumlara dünya nasıl engel olmaya
çalışıyor? Bu hususta öncelikli olarak A.B İnsan Hakları Sözleşmesi'nde yer
alan insan haklarının ve bundan dolayı ilgili sözleşmenin dünyadaki düzeninin
kısmen koruyucusu olduğu düşünüldüğü vakit, bu sözleşmenin bazı maddelerine göz
atarak; ırkçılık kavramına karşı bu maddelerin ne dediğini görelim ve maddeler
uygulanmadığı vakit ne kadar olumsuzluklar doğacağını ya da uygulanmadığı için
günümüzde doğan olumsuzlukları gözler önüne sermeye çalışalım. Öncelikli olarak bazı maddelere bakacak
olursak:
- "Herkesin
yaşam hakkı yasayla korunur."
- "Hiç
kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı
muamele veya cezaya tabi tutulamaz."
- "Herkes
düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din
veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya
kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir."
- "Bu Sözleşme’de tanınan hak ve
özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer
kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum
başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık
gözetilmeksizin sağlanmalıdır."
- "Hukuken temin edilmiş olan tüm
haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer
kanaatler, ulusal ve sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma, servet, doğum
veya herhangi bir diğer statü bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanır."
-" Hiç kimse, hiçbir gerekçeyle, hiçbir
kamu makamı tarafından ayrımcılığa maruz bırakılamaz."
İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de görüldüğü üzere
ayrımcılık ya da ırkçılık kesinlikle müsaade edilen kavramlar değildir. Bundan
dolayı ilgili maddelerin bu sözleşmeye üye devletlerin üzerine sorumluluk
yüklediği aşikardır. Ancak o sorumlulukların yerine getirilebilmesi için
ülkeler tarafından maddelerin uygulanması gerekir. Bazı uygulamalar
kendiliğinden devlet tarafından gerçekleştirilmesi gerektiği gibi bazılarının
ise maruz kalınan kişilerin başvurusu ile gerçekleşeceği aşikardır.
Bu uygulamaların zümre ayırt etmeksizin uygulanması
ne gibi faydalar doğurur: En temel olarak göreceğimiz fayda, dünyanın uğraştığı
ve ırkçı düşüncelerden de beslenen küresel terör örgütlerini ziyana uğratır.
Nasıl mı? Küresel terörizm ırkçı uygulamalarla insanların ibadetlerini
yapmalarını engellemekte, dinlerine dil uzatmakta ya da ibadethanelerine zarar
vermektedir. Çünkü teröristlerin bir ırkı yoktur ve hangi ırktan olursa olsun
masum her insanı katledecek kadar canidirler. Örneğin: DEAŞ terör örgütü bölgede İslam Medeniyeti'nin
oluşturduğu birçok esere ve camiye zarar vermiştir. Bunun yanında Hristiyan ve
diğer dinlere de tehditkar bir şekilde söylemlerde bulunmuştur. En ağır zararı
İslamiyet'e vermesine rağmen kendilerini Müslüman olarak tanıtma gibi alçakça
bir girişimde bulunmuşlar ve bunun neticesinde ırkçılığı yayıcı bir etken
oluşturmuşlardır. Bunun yanında PKK/PYD terör örgütü Afrin'de birçok camiyi
ibadete kapatmıştır. Bu örgütlerin küresel bir terör örgütü olduğu ve dünya
insanlığının kutsallarına zarar vererek dünya barışının temel değer verdiği
olguları yok ettiği ve bundan dolayı ırkçı düşünceleri yaydıkları ortada değil
midir? Daha önemlisi ise giden masum canların geri gelmeyeceği gerçeğidir.
Dünya ülkeleri ırkçılığın önünü keserek aynı zamanda
küresel terörizme ya da küresel terörizmi bitirerek ırkçı düşüncelere kan
kaybettirebileceği gerçeğini unutmamalıdır. Çünkü dünya insanlığı yasalarla
yönetilmek ve ülkeler de yasalarla halklarını yönetmeye devam etmek istiyorsa
terör örgütlerinin dünya üzerinden silinmesi gerekmektedir. Bu durumun ne kadar
elzem olduğunu son gelişmelerle dünya olarak yaşadığımız kanaatindeyim. Kısaca ırkçılık küresel terörizmi, küresel
terörizm ırkçılığı tetikler ve bu tetiklemeler neticesinde olması muhtemel
sonuçlar dünya insanlığı açısından çok ağır olur.
Diğer bir açı ile bakacak olursak: Eğer ırkçı
düşünceler yenilgiye uğratılmak isteniyorsa bazı ülkeler dünyayı ötekileştirme
üzerine kurgulamamalıdır. Gerçeklerden kaçarak doğru bir uygulama ya da dünya
düzeninin korunması sağlanamaz. Örneğin soğuk savaş öncesi farklı bir
ötekileştirme kurgulanıp soğuk savaş sonrası farklı bir ötekileştirmenin
kurgusu ile hareket edilmemeli; eğer ki AB sözleşmesinde geçen "herkesin yaşam hakkı yasayla korunur" deniliyorsa. Ya da herkesin yaşama hakkı vardır diyorsak.
Dünya devletleri hem fikir olmuş gibi görünmemeli, uygulanması gereken yasalarda hemfikir olmalı yani uygulama
hususunda samimi olmalıdır.
Artık dünya üzerinde geçmişte olduğu gibi I. Dünya
Savaşı sırasında, II. Dünya Savaşı sırasında, Soğuk Savaş dönemlerindeki gibi
ittifaklar olmadığına göre ve günümüz ittifaklarının terör örgütleri ile
yapılmasının, yukarıda da belirtildiği gibi, hem dünya insanlığına hem de
mevcut düzene zarar verecek olmasından dolayı ülkeler tarafından şu dönemde özellikle,
insanın yaşama hakkının vurgulandığı, dini özgürlüğünün olduğu, ayrımcılığa
tabii tutulamayacağına dair yasa maddelerinin uygulanmasının tam da zamanıdır.
Farkına varmadan kurulan ittifaklar varsa da bunlardan derhal vazgeçilmelidir.
Çünkü terör örgütleri destek aldığı ülkeye dahi kurşun sıkacak bir yapı dahilinde
kurguludurlar. Bu durumu PYD terör örgütünün
yapmış olduklarıyla dünya terör örgütleri içindeki kurguyu teyit etmiş oldu.
Irkçılıkla mücadele doğru bir şekilde yapılmazsa birçok
dünya liderinin uzun süredir tam olarak yüklenmediği bu ağır yükler, gelecekte
liderler için kaldırılamayacak bir yapıya evrilir ve dünyayı kaosun eşiğine
götürebilir.
Bu arada tezatlığı görebiliyor musunuz? Modern çağ
diye adlandırdığımız çağda herbir insanın canına sırf insan olduğu için değer
verilmesi gerekirken değer verilmiyor, ayrımcılığa uğramaması gerekirken
şiddetli bir şekilde ayrımcılığa maruz kalıyor. Bu ayıp kimin dersek sanırım
cevabım şu olur: Birşeyler yapabilecekken birşeyleri gücüne göre yapmayan
herkesin. Bu bağlamda düşünüldüğünde
Arakan'da masum canların kıyılmasına öncelikle Müslüman ülkeler, dünyada ise bu
zulme dur demek isteyen bütün ülkelerin desteğini alarak zulmü önlemek için üst
düzey bir çaba sarf edilmeli. Tabii ki bu noktada uluslararası kuruluşlar
harekete geçirilmeli ancak bu kuruluşlardan sadece kınama gibi göstermelik
kararların çıkması masum insanların canını kurtarmadığı gibi uluslararası
kuruluşların varlığını da dünya insanlığı nezdinde gülünç duruma düşürmektedir.
Üstüne üstlük insani yardımları ulaştıramaması ya da durdurması da başka bir
hazin durumdur.
Özetle, ırkçılık söylemleri yakın tarihte dünyayı II.
Dünya Savaşı'na götürmüş olduğu gerçeği unutulmadan bu söylemin devam
ettirilmesi ise günümüzde küresel terörizmin güçlenmesine neden olacağı, bu
nedenle de dünya insanlığına ve mevcut düzene zarar vereceği unutulmamalıdır.
İslam korkusunun temelsiz bir korku olduğunu ve
insanlık dışı uygulamalarla asla bağdaşmadığını ve bağdaşmayacağını yukarıdaki
paragraflarda da dile getirmiştik. Bu durumu aşağıda verilen örneklerden de
anlayabiliriz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) veda hutbesinin bir bölümünde şöyle
hitap etmiştir: "Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz
Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap
olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah
üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak
takvada, Allah'tan korkmaktadır." Bu hususta H.z Ömer (r.a)'ın
şu davranışları da bütün dünyaya çok güzel örnek teşkil edeceği kanaatindeyim: "Din farkı gözetilmeksizin insanlara iyi
davranılmasına dikkat edilmesini istemiştir. Öte yandan bu zümrelerin kadın ve
çocuklarının her türlü tehlikeye karşı korunması, öldürülmemeleri,
sürülmemeleri ve esir edilmemeleri devlet tarafından garantiye alınmış, devlet
aynı garantiyi onların malları için de vermiştir. Gayri Müslimlere tam bir
inanç hürriyeti sağlanmış, âteşkedeleri, kilise ve havraları korunmuştur. Hz.
Ömer (r.a)'ın Kudüs'ün fethi esnasında kilisede namaz kılmaması yanında bu din
anlayışının bir başka delili Mısır fethine şahit olan Nikou Piskoposu Jean'ın
ifadelerinde görülür.(Kaynak:İslam Ansiklopedisi)" Elbette bu
örnekleri çoğaltmak hiç de zor değildir.
Bunun yanında Türk - İslam medeniyeti özelinde
yaşanılanları incelediğimizde bu noktada
da hiçbir ırkçı söylem ya da terörist faaliyetlerle ilgi bulunmadığı açık net
bir şekilde görülecektir. Fatih Sultan Mehmet Han'ın fermanlarından birinde şu
veciz ifadeler yer almaktadır: ''Ben ki
Sultan Mehmed Hanım; ihsan edip Bosna rahiplerine buyurdum ki:
Kiliselerinizde korkusuzca ibadet ve memleketimizde korkusuzca ikamet
edin. Ne vezirlerimden ne de halkımdan kimse bunları incitmesin ve
rencide etmesin. Allah'a, Peygambere, Kur'an'a ve kuşandığım kılıca yemin
olsun ki canları, malları ve kiliseleri bana itaat ettikleri sürece
güvencemdedir.'' Ya da İstanbul'un fethinden sonra gayrimüslimlere özgürce
ibadet hakkı tanıması da bu örneklere eklenebilecek diğer bir örnektir. İlgili
durumu haçlı ittifakını dağıtmak için geliştirilen bir politika olarak görenler
olabilir ancak bu tanınan özgürlüğün sadece böyle bir politikadan ibaret
olmadığını Yahudi halkının barınma isteğinin Osmanlı Devleti tarafından geri
çevrilmemesinden anlayabiliriz. Bu uygulamalar insana dili, dini, ırkı, rengi
ve cinsiyeti ne olursa olsun değer verme politikasıdır. Aynı zamanda İslam
dininin gerekliliğidir.
İslam düşüncesi yıkıcı olmayan, yapıcı bir
medeniyetin temellerini atar. Eğer öyle olmasaydı binlerce yıldır bu coğrafyada bulunan medeniyetimiz, kutsal mekanları yakıp
yıkardı. Böyle birşeyin hiçbir zaman gerçekleşmediğini İslam medeniyetine ait
olmayan diğer eserlerin (dini ve diğer yapılar) coğrafyalardaki varlığından
anlamıyor muyuz?
Ya da İslamiyet, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinin
kutsal mekanı olan Kudüs'ün kapısına Kanuni Sultan Süleyman tarafından "La
ilahe illallah İbrahim Halilullah cümlesini yazdırması birçok şeyi açıklıyor
dimi? Böyle bir uygulama dahilinde yaşayan milletler birbirinden korkabilir
mi? Yani Hristiyan ya da Yahudi alemine fobi duyulacak bir ortam olabilir mi?
Bu durum birçok güzel kelime ile açıklanabilir ancak bu durumu özetleyen en
güzel kelimenin "hoşgörü" kelimesi olduğunu düşünmekteyim.
Eğer bu "hoşgörü" olmasaydı Büyük Selçuklu,
Anadolu Selçuklu, Osmanlı Devleti ve Türkiye'nin hakimiyet kurduğu bölgelerde
farklı dinlerin kutsal mekanları bulunabilir miydi? Örneğin Türkiye'de: Apollo
Tapınağı, Saint John Kilisesi, Ephesus Walks, St. Nicholas Kilisesi, Aya Yorgi Kilisesi ve bunun gibi birçok ibadethane ya da eser mevcut olabilir miydi? Ondan dolayı Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihime ve ülkeme baktığım da hoşgörü, misafirperverlik
gibi kelimelerin manasının yaşandığını görebiliyorum. Yaşamak isteyen diğer
ülke devletlerinin vatandaşları da ülkemizin çeşitli yerlerini ziyaret ederek
elbette bu hoşgörüyü ve misafirperverliği teneffüs edebilir.
Tekrar dünya üzerinde konuşmaya devam edecek olursak:
Dünyadaki yasalara baktığımızda da yukarıda
dile getirilen hoşgörülü olma, insanın yaşama hakkını sağlama, ırkçılıkla
mücadele etme gibi kavramların dünyadaki huzuru sağlamak amacıyla çeşitli yasa
maddelerine sahip olduğunu görüyoruz. Ancak bu kavramları sadece görmek ya da
okumak uygulama olmaksızın hiçbir işe yaramıyor. Bu maddeler yukarıda da dile
getirildiği gibi samimi bir şekilde uygulanmalıdır. Örnek vermek gerekirse: Arakan'da ki masum insanları öldürenleri sadece
kınayan ülkeler acaba ülkelerinde masum insanlar öldürüldüğün de öldüren kişi
ya da kişileri sadece kınıyor mu? Uygulamadaki samimiyet ölçüsünün düştüğü noktayı
buradan anlayabiliriz.
Yukarıda da üstüne basa basa söylediğim gibi
İslamiyet ırkçılığı ya da terörizmi asla ve asla kabul etmemektedir. Bilgim olmamasına rağmen diğer kutsal
kitapların da ırkçılık ya da terörizmi kabul ettiğini düşünmemekteyim. O zaman
soru şu: Dünyanın büyük denilebilecek bir çoğunluğu kutsal dinlere inanıyorsa
bunun yanında uluslararası hukukun gerekli olduğunu da düşünüyorsa bu ırkçı
düşünce nereden geliyor? Bu da bizlerin zihninde her daim soru işareti olarak
kalsın ki, zihinlerimizde tek ve kestirme bir cevap değil birden çok doğru
cevap bulunsun. Zira karanlıkların aydınlanabilmesi için kendimize çokça doğru
soruyu sorup kimsenin canını yakmayan uygulanabilir cevaplar bulmamız gerekiyor.
Peki, günümüz dünyasında ırkçı düşünceye maruz kalan
insanlık ise kaldığı bu insanlık dışı eylemlerle nasıl mücadele etmesi
gerekiyor? Tabii ki bunun birinci yolu hukuk kanallarını en etkin bir şekilde
kullanmaktan geçmektedir. Bunun için de bizlere yasaların vermiş olduğu haklar
doğrultusunda gerekli mercilere başvurumuzu gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu
hususta mağdurlara gerek ülke mahkemeleri gerekse A.B İnsan Hakları Mahkemesi
gibi uluslararası kuruluşlar yardımcı olmak zorunda. İslamofobi özelinde konuşmaya devam edecek
olursak, İslam dinini daha iyi anlatmaya çalışmak da İslam'a ve onu yaşayanlara
karşı olumsuz bakış açısını ortadan kaldıracaktır. Savunmaktan ziyade anlatmak.
Çünkü savunmamızı gerektirecek herhangi bir olumsuz geçmişimiz yok, şükürler
olsun. Bunun yanında dünya ülkelerindeki
gerek kamu gerekse özel sektöre mensup iş yerleri dünyaya örnek olabilecek
çalışmalarda bulunabilir. Bu aynı zamanda onlar için güzel bir halkla ilişkiler
(PR) çalışması olacaktır. Bunun son örneklerden birine Avrupa'da bir ülkede
rastlayabiliriz: Yayın yapan bir kanalda kapalı bir hanım sunuculuk yapmaya
başladı. Ayrıca dünya liderlerinin ve din adamlarının üzerine bu hususta görev
düştüğü kanısındayım. Dinler arası
diyalog olmaz ancak din adamları arasında, politikacılarla din adamları
arasında ve milleti ne olursa olsun insanlar arasında diyalog elbette olur.
Bu hususa örnek olarak Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın bir papazı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde
kabul etmesi örnek olarak verilebilir. Çünkü liderler halk kitlelerine hitap
edebilmekte ve örnek alınmaktadırlar. Bu husus diğer dünya politikacıları
tarafından da değerlendirilmelidir. Neden Avrupa'da ki ülke liderleri de
Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Vakfına mensup olan ilgili kişiyi misafir etmesin
ya da oranın belediye başkanları en yakındaki Diyanet Vakfına ait bir camiye
Cuma günü Cuma vaktinde misafir olup o günün ilgili vaazını dinlemesin?
Türkiye'den atanan herbir din görevlisinin ilgili yöneticilere kapısının her
daim ve her an ardına kadar açık olduğunu düşünmekteyim. En önemli diğer bir
etken ise algıları yanlış yönlendiren, özellikle çeşitli kitle iletişim
araçlarını kullanarak ırkçılığı körükleyen kuruluşlara ülkeler tarafından asla
imkan verilmemelidir. Ya da herhangi bir
yıl, neden dünyada "Irkçı Düşünceyle Mücadele Yılı" ilan edilmesin? Hatta bu uygulama önümüzdeki yıl neden
olmasın? Dünya insanlarının bu hususta birlikte hareket edebilecek isteğe,
ırkçılığa karşı yapılan gösterilerden anladığım kadarıyla, sahip olduğunu
düşünüyorum. Görüldüğü üzere, kanımca ırkçı söylemler ve ırkçılık eğer
istenirse engellenebilir. Irkçılık engellendiği takdirde terörizmin de kan
kaybettiğini bütün dünya görecektir.
Özetle, dünya ırkçılıkla ve ırkçılığın körüklediği
terörizm ile şekillenmesine izin verilemez. Bunun zararının herkese
dokunabilecek bir potansiyele ulaşabileceğini son yaşanan olaylar bizlere
gösterdi. Bizler yaşanabilir bir dünyada huzur içinde yaşamak istiyorsak herbir
insanın yaşama hakkının olduğunu ülke, bölge, kıta ayırt etmeksizin savunmalı ve
bunun için mücadele etmeliyiz. Dünya, şimdi arkasına baktığında utanarak
hatırladığı katliamlardan biri olan ve kökeninde ayrımcılığın, ırkçılığın
yattığı Bosna gibi bir katliamın ya da antisemitizm gibi düşüncelerin ortaya
çıkmasını, gelecekte ise bu gibi utançlara yenilerini eklemek istemiyorsa şimdi
Arakan'daki Müslümanlara sahip çıkmalıdır.
Dünya kötülüklerin uyanık olup, iyiliklerin
uyutulduğu bir yer,
Çıkarların uyanık olup, tevazünün uyutulduğu bir yer,
Öldürmenin uyanık olup, yaşama hakkının unutulduğu
bir yer,
Güçlünün yer ettiği, mazlumun unutulduğu bir yer,
OLMAMALIDIR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder