31 Mart 2017 Cuma

Çırağandan 15 Temmuz'a

    Padişah II. Abdülhamid'in karşıtlarından Ali Suavi ve beraberindeki 150 kadar kişi teknelerle Çırağan Sarayı'na çıkartma yaptı ve sarayın muhafızlarını etkisiz hâle getirdi. Asiler, V. Murad'ın tutulduğu bölmeye ulaştılar ancak akli dengesi yerinde olmayan V. Murad korkuya kapıldı ve asilerle gitmeyi reddetti. Ali Suavi eski padişahı ikna edemedi. Bu arada, yetişerek olaya müdahale eden Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa komutasındaki askerler asilerden 60'ını öldürdüler. Hasan Paşa, kalın bir sopayla başına vurarak Ali Suavi'yi öldürdü ve bu başarısız ihtilâl girişimini bastırdı. (https://tr.wikipedia.org, 23.03.2017)

    İnternet adresinde Çırağan Baskını ile ilgili vaka açıklaması bu şekilde yer almaktadır. II. Abdülhamid dönemi, bilindiği gibi, o devirde yaşayan dönemin önde gelenlerinden bazıları tarafından idrak edilememiş ve Avrupa'nın yakıştırmalarına hizmet edecek çalışmalar içine girmişlerdir. Bunu sonradan idrak etseler dahi artık durum telafi edilecek zamanın çok daha ötesindedir. O dönemin muhaliflerinden olup sonradan pişmanlık duyularak yazılan Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın şiirinden şu kıta birçoğumuzun halen aklındadır:

"Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günâhına.

Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftara atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.

"Pâdişah hem zâlim, hem deli" dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz "beli" dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına."...

           
      Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye'nin II. Abdülhamid dönemindeki kazanımlarına baktığımız da gerek dünya devletleri arasında itibar olarak gerekse de devletin kurumlarının nicel olarak arttığını ve nitel olarak güçlendiğini görmemiz hiçte zor olmayacaktır. Ülkemizde, bu durum tek parti iktidarları ile gerçekleştirilen atılımlara benzemiyor mu?

30 Mart 2017 Perşembe

Süleymaniye

Kucak açtığın insanlar,
Ellerini açmış dua eder.
Sultan Kanuni'nin rüyası,
Mimar Sinan'ın eseri, sen.

Ey Süleymaniye;
İnsanlar koşarken sana,
Her koşan adımlar Sultan Kanuni'ye,
Mimar Sinan'a gider bir bir.

Nice dualar gönderilmiştir Allah'a,
Nice hayaller kurulmuştur dualarla.
Sen ki koca Süleymaniye'sin,
Barındırırsın hepsini bir bir.
Senden doğru yükselir dualar Allah katına,
Allah bir diyen diller sana koşar bir bir,
Ruh hizaya gelir, gönül konuşur, dil susar.

Sen görünenden ötesin Süleymaniye;
Sen hayalsin, düşsün ve gerçeksin,
Gönülde yaşanan, sinede hissedilensin.
Hissettirdiklerinle koca bir Süleymaniye'sin!

İsmail Bal
2017

26 Mart 2017 Pazar

"Hoşgeldin"

Ey gönül;
Birşeyi hemen olsun isteme,
O olur da, sen olmazsın,
Vakit sabr eyleme vaktidir.

Ruhunda açan çiçekleri soldurma,
Soldurursan sen, sen olmazsın.
Koşan hayallerini durdurma,
Şimdi sabr-ı cemil vaktidir.

Ölüm saniyelerin ardı sıra sana koşar,
Sanır mısın bir senin ardından koşar,
Hangi yolda olursan ol, o gelir ardın sıra,
O mukaddes gün geldiğin de,
Hiç olmazsa: "hünerimiz hoşgeldin" diyebilmek olsun,
Yeter ki yürüdüğün yol doğru olsun,
Doğru olsun ki niyetin baki olsun.

İsmail Bal
2017

23 Mart 2017 Perşembe

Büyük Türkiye

     Bir çoğumuzun hayallerini süsleyen iki kelime: Büyük Türkiye. Nedir bu "Büyük Türkiye"? 

    Devletimiz çeşitli dönemlerde gerçekleştirdiği ve devamını maalesef darbeler ve çeşitli oyunlardan dolayı getiremediği atılımı bundan yaklaşık 14 yıl önce tek partinin iktidar sahibi olması ile birlikte tekrar gerçekleştirmeye başladı. Bu atılımın gerçekleşebilmesi için öncelikli olarak enflasyonla mücadele eden bir Türkiye gözümüze çarpmaktadır. Enflasyonun düşmesiyle birlikte paramızın hızlı değer kaybının önüne geçildiği gibi tacirlerin yatırım planlamaları daha öngörebilir hale geldi. Bu duruma tüketici fiyat endeksi (TÜFE) tarafından bakacak olursak: 2001 yılında %68 olan enflasyon oranı 2016 yılı Temmuz ayında %8,79 olarak gerçekleşmiştir. Bununla birlikte faiz oranlarında da gözle görülür bir düşüş yaşanmış ve hem tüketicinin hem de üreticinin nakit paraya ulaşması kolaylaşmıştır. Türkiye'de faiz oranları 2000 yılında %50 düzeyinde iken 2016 yılında %9 lara kadar düşüş göstermiştir. Faizlerin düşmesi gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesinde olumlu bir etki yapmıştır. Bu durumu şu şekilde açıklayabiliriz: Parası olan yatırımcılar faizlerin yüksek olması ile parasını yatırım yapıp üretim ve istihdam sağlamak yerine bankalarda değerlendirmeyi tercih etmekteydiler. Çünkü paranın bankada durması, yatırım yapıp elde edilmesi planlanan kazançtan daha fazla getiri sağlıyordu. Bundan dolayı yatırımlar istenilen düzeyde gerçekleşmiyor ve istihdam oluşturulamıyordu. İstihdam oluşturma yükü devletin üzerine biniyor, bu durum ise insan kaynağının verimsiz değerlendirilmesine neden oluyordu. Türkiye'nin kurumsal firmalarına ise bir yenisi eklenemiyor ve ülke verimli bir şekilde ilerlemekte zorluk çekiyordu.

     İnsan kaynağının verimsiz bir şekilde kullanılması üretimin istenilen seviyede olmasını engelliyor; ürün ve hizmeti kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde üretemeyen Türkiye IMF'den borç almak zorunda kalıyordu. Koşullu anlaşma (Stand - By) karşılığında ülkeye sıcak para girişi sağlanıyor; ancak yatırıma dönüşmeden harcanan paralar ilk başlarda her ne kadar refah havası estirse de, vadesi gelen borçları ödeyecek kadar mal ve hizmet satışı olmayınca ekonomi tekrar bir kıskaca giriyordu. Yeteri kadar mal ve hizmet satışı olmadığından dolayı devletimizde bulunan dolar miktarı borçları ödemeye yetmiyor, bu durumu para basarak gidermeye çalışan bir ülke portresi karşımıza çıkıyordu. Bastığımız para, piyasada yeterli düzeyde mal ve hizmet olarak karşılığı olmadığı için ürünlerin fiyatı yükseliyor ve karşımıza -yukarıda bahsettiğimiz- başa çıkmakta zorlanacağımız bir sorunu ortaya çıkarıyordu; enflasyon. Ekonomi kendi ayağına kurşun sıkıyordu! Bu sıkılan kurşunların temizlenmesi ise 2008 yılını bulacaktı. Bundan sonra ise, hamd olsun, IMF ile yollarımız ayrıldı.

     Büyük Türkiye hayallerine kolay gelmedik. Yapılan yüzlerce hatanın düzeltilmesi ise zaman aldı. En çarpıcı örneklerden biri de doğum yapmış bebeklerin, bu ülkenin geleceklerinin, camdan sarkıtılarak hastanelerden kaçırılması birçok kişinin hâlâ hatırına gelmektedir. Her bir kurumun kendi hastanesi olması ve vatandaşın kendi vergisi ile yapılan her hastaneden faydalanamaması ise başka bir hazin durum idi. Vatandaşların hastane köşelerinde randevu almaktan kurtarmak için telefondan randevu alma kolaylığının sadece telefonların kulaklara yapışmasına neden olması...

19 Mart 2017 Pazar

Bekleyen

Seven ne çok değerlidir,
Gelsen de gelmesen de,
Orada olduğunu bilmen.

Köylerde akan ark misali,
Bekleyenin olmalı.

Bir düşün olmalı,
Kavuşacağı günün ardını gözleyen.

Ruhundaki beni yıkıp,
Seni bekleyenle bir olup,
Bir düş seni beklemeli.

Dolmadan dökülmemeli,
Konuşarak dinlenmemeli,
Köylerde akan ark misali,
Bekleyenin olmalı.
İsmail Bal
2017

16 Mart 2017 Perşembe

Misal

Elif ve vav gibi mi olsak?
Sen elif ol, ben vav denilir mi?

"Ben" in olduğu yerde,
Elif ve vav "bir" olur mu?
İsmail Bal
2017

14 Mart 2017 Salı

11 Mart 2017 Cumartesi

Kısaca

     Cumhuriyet sadece yönetim şeklidir. Mücadelesi daha önceden verilmiş bir devletin yönetim şeklini belirlemek sanıldığının aksine güç olmasa gerek;  eğer belirlemiş olduğunuz  yönetim şekli için etrafınızda buna uygun kişiler bulundurabildiyseniz. Azımsanacak kadar küçük bir olay da değildir; bir yönetim şeklini belirlemek ve bunu bütün millete kabul ettirmeye çalışmak. Bu durumu tabii ki göz ardı etmemek gerekir. Ancak halkımız yeri geldiğinde uysal koyun olmasını da bilmektedir. Bu uysallık yönetenlerin yanlışlarına belirli bir noktaya kadar tahammül edilmesini sağlıyor ya da güzel yönetime karşı gerçekleştirilen olumsuz algı yönetiminin bir anda tutmasını engelliyor.

     İlan edilen yönetim şekillerinden bazıları çekişmeli rejimlerdendir. Birden çok yönetilebilme seçeneğinin (partilerin) olduğu cumhuriyetler  buna örnek olarak gösterilebilir. Bundan dolayı bu tarz yönetim şekilleri zamanla yönetildikleri kesimin  kendilerini ifade eden uygulamaları ile şekillenmektedir.

     Peki 29 Ekim 1923'de ilan edilen yönetim şeklinin mücadelesini halk mı verdi yoksa mücadelesi verilmiş bir yapı milletle mücadele etmek için mi ilan edildi? Şurası bir gerçek, halk açısından şimdi olduğu gibi o günün şartlarında da düşündüğümüz de, I. Dünya Savaşı cepheleri olan Çanakkale'de, Yemen'de, Kafkasya'da ve Irak'ta ve diğerlerinde ne için savaşıldı ise Kurtuluş Savaşı'nda da o amaçla savaşıldı; İslam, özgürlük ve emperyalizm ile mücadele. Tıpkı bugünün şartlarında, FETÖ darbe girişimi sırasında 15 Temmuz 2016 günü halkın sokağa çıkma nedenleri ne ise o günde savaşmanın nedeni de o idi.

     Yukarıda bahsedildiği üzere cumhuriyet yönetenlerin elinde zamanla şekillenir. O zamanın yöneticileri güneşin batıdan doğduğunu düşünerek batılı devletlerin halkları üzerinde uyguladıkları politikaları cumhuriyet, demokrasi ve eşitlik kavramlarının ardına sığınarak çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı amaç edinmişlerdi. Acaba nasıl ulaşacaklarını düşünmüşlerdi? Oğlunun başına kına yakan ananın değerleri ile oynayarak mı? Her bir seçim sandığının başına silahlı bir asker dikerek mi? Ya da Maraş'ta, başörtüsüne uzanan elleri kıran Sütçü İmam'ın sahip çıktığı bacıların torunlarının başörtüsüne ilan edilen rejimi kullanarak düşman askerlerinin yapamadığını yaparak mı? Ezanın dinmemesi için şehit olan atalarımızın yadigarı ile oynayarak mı ulaşacağınızı sandınız? Cumhuriyeti kendi çıkarları için kullanan kişi ya da gruplar sadece ideolojisinin peşine düşer. Ancak siz şunu unuttunuz: Ülkesi adına, İslam ve özgürlük için savaşan, bu ülkenin her bir evladı bir dava neferidir. Bu davayı ise bir başbakan asmak ile, bir cumhurbaşkanı zehirlemek ile, belli aralıklarla darbe yapmak ile bitiremezsiniz.  "Hem ölürse Mehmet’ler ölür. Mehmet’lerin davası ölmez."

     Bu millet cumhuriyete düşman olmadı ancak siz cumhuriyeti bu milletin değerleriyle oynamak için kullandınız. Siz ülke vatandaşınızı davası uğruna savaşmasını sağlayıp sonra da, çağı yakalamak safsatasıyla, savaştığı unsurların kölesi haline getirmek istediniz. Bu halk köle olmadı ancak siz giderek köleleştiniz. Bunun yanında yetiştirdiğiniz gençler ile övünürken yetiştirmek istemediğiniz gençlerden özür bile dilemediniz. Sakın dilemeyin; ideolojiniz zarar görür.