"Ölüm güzel
şey,budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?.."
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?.."
Demiş üstad. Ne
de güzel demiş. Üstadın dayandığı yer; belki de birçoğumuzun kaçtığı ancak her
nefes alıp verişimizde istemesek de yaklaştığımız o yer. Adım adım değil de
nefes nefes yaklaştığımız o yer.
Belki de
ecdadımız o güzel medeniyetleri, üstüne çok birşey koymak nasip olmasa da hala
dilimizde destan olarak anlattığımız o güzelim şaheserleri nefes nefes gidilen
o yere kendilerini yaslayabildikleri için oluşturabilmişler. Sonsuzluğun
kapısının aralanacağı vakti bekleyen insanların insan ruhunu dışlayan bir
medeniyet kurmaları ihtimal midir? Benliklerini yüceltmeleri mümkün müdür?
Kendilerine çok kez dememişler midir: "Ey Müslüman aklını topla başına,
birgün sende konacaksın musalla taşına."
Hepimiz yer yüzünde
nefes nefese yaşıyoruz da peki ne kadar ölümle yaşıyoruz? Yoksa bizi ölmekten
mi korkutuyorlar da ölümü hatırlamamak için ona dair ne varsa hayatımızdan
silip çıkartıyoruz. O vakit şöyle denilebilir mi: Ölümü hatırlamak istemiyorsak,
ölmeden önce yaptıklarımızın öldükten sonra peşimize pek de hayırlı bir şekilde
takılacağını düşünmüyoruz. O zaman, ölümü sevmek için, ölmeden önceki
yaptıklarımızı sevmemiz gerekiyor sanırım. Ama bu sefer de peşinden şu soru
geliyor tekrar: Hangi yaptıklarımızı? Rıza-ı İlahi için yaptıklarımız ve
nefsimiz için yaptıklarımız. Cüzi irademizle hem ânımızda hem de gelecekte bizi
mutlu edecek tek seçeneğin olduğunu görüyoruz; Rıza-ı İlahi.
Günümüz zamanında bazen doğru ve yanlış,
haklı ve haksız o kadar çok birbirine girmiş bulunuyor ki, herkes kendi
doğrularını oluşturup peşinde perişan olma uğruna peşine düşüyor. Bunun
suçlusunu arama peşinde değilim. Herkesin kendi doğruları peşinde değil de Sünnet
doğrultusunda yaşayıp Rıza-ı İlahi'ye ulaşmayı amaç edinirse sanırım bizler de;
"Ölüm güzel
şey,budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?.." diyebiliriz.
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?.." diyebiliriz.
Belki bu dizeyi aklımızdan geçirdikten
sonra yaşadığımız o anda en güzeli
yapma gayreti içine gireriz. En güzeli yapma peşine düşersek, ne de güzel
medeniyetler kurarız bir düşünsenize. Hem en güzeli yapma gayreti dünyadan
vazgeçme değildir ki. Eğer öyle olsaydı kurulabilir miydi bu güzel medeniyetler
ve hala dilden dile dolaşır mıydı şaheserler? Sadece medeniyetin temelinin
ölümü hatırlamaya dayandığı kanısındayım, o kadar. Söylediklerimin önce
İsmail'in kulağına küpe olması dileğiyle.
Bu yazıyı yazmamda esin kaynağım olan "İnsanlığın
Dirilişi" kitabı yazarı değerli yazar ve büyüğüm Sezai Karakoç'a sonsuz
şükranlarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder