Otomotiv sektörü çeşitli yan dallarıyla birleştiğin
de bir ekonomi için lokomotif olma özelliğini gösteren bir sektör olarak
karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak
Avrupa'da bu sektöre yönelik adım atılmış olsa da seri üretime ilk geçen
ülkenin ABD olduğunu bilmekteyiz. Hatta o zamanlarda ABD'de kurulan bir
firmanın, aralarında II. Abdülhamit Han'ın da bulunduğu devlet büyüklerine
birer adet araç hediye ederek o günün şartlarında en güzel reklamı yapmak
istemiştir. Ancak sultanımız aracı bir kere camiiye gitmek için kullanmış ve
daha sonra herhangi bir övgü ile bahsetmeden iade etmiştir. Gerekçesini ise o
parçalar Osmanlı ülkesi üzerinde üretilmediği sürece aracın kullanılmasını
uygun bulmamış ve o günün şartlarına göre ülke ekonomisi için elzem bir karara
imza atmıştır.
1929-1933 yılları arasında yaşanan Büyük Ekonomik Buhran'a
kadar ne üretirsem onu satarım anlayışı ile otomobillerde üretilmekle beraber
bu dönem geleneksel organizasyon
teorilerinin de uygulanmış olduğu bir zaman aralığına tekabül etmektedir. 1950'lere
kadar otomotiv sektöründe ABD'nin ağırlığının yaklaşık %80 gibi bir oranla
yüksek olduğunu görmekteyiz. 1950'li yıllara kadar ise yönetim anlayışı olarak artık insan
unsurunun da dikkate alınmış olduğu davranışsal organizasyon yapısı ile,
pazarlamada ise satış anlayışı ile karşılaşmaktayız. 1980'li yıllara gelindiği
vakit ise ABD'nin sektördeki payı %50'nin altına düşmüş, Japonya'nın pazar payı
ise %25'in üzerine ulaşmayı başarmıştır. 1980'li yıllara kadar ise yönetim
biliminde sistem anlayışının hakim olduğu, pazarlama biliminde ise pazarlama
anlayışının hakim olduğunu görmekteyiz. Günümüze gelindiğinde ise ABD, Avrupa ve Japonya dışındaki ülkelerde
otomobil üretiminde önemli bir artış olmadığı görülmektedir. Otomotiv
sanayinde küresel üreticilerin üretim faktörlerinin ucuz olduğu ülkelere
üretimlerini kaydırmaları bu durumda etkili bir unsur olmuştur. Günümüz yönetim
anlayışlarına ise girmeyeceğim.
Görüldüğü gibi otomotiv sanayi II. Abdülhamit'den
günümüze kadar incelendiği vakit gerek siyasi kararlar ile gerekse sosyal
bilimler alanındaki gelişmeler ile hem ülkeler için hem de sektörler için bir
öğreti merkezidir. Bu öğreti merkezinin en güzel örneği Japonya değil midir?
Bakıldığı vakit o günün şartlarına göre(II. Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmış bir
devlet) ben bu sektöre girmeyeceğim diyerek çalışmalarını bıraksaydı şuanda
Japon arabalarını yollarda görebilir miydik? 1980'lere gelindiğinde ise
Japonya'nın sektördeki payı %25'in üzerinde olabilir miydi? Japonya'da bulunan "Just in Time" ve "otonomasyon" üretim sistemleri
1900'lerin üretim sistemlerinden çıkış yolu olarak görülen yeni bir üretim
sistemi anlayışı olarak dünyada gösterilmesine neden olabilir miydi?
Bundan dolayı inşallah yerli üretim olarak
gerçekleşecek olan arabamıza bir de bu açıdan bakalım. Yeni bir yönetim
sistemi, üretim sistemi ve pazarlama stratejisi bu vesile ile bulabilir miyiz?
Aracımızı yaparken uygulanabilir üretim, yönetim, pazarlama v.b sistemleri
geliştirebilelim ki pazardaki payımız umduğumuzun daha fazla üstünde
gerçekleşsin. Tabii ki otomobilimiz elektrikli olsun ancak bunun yanında bir de
yeni birşey literatüre Allah'ın izni ile niye kazandırmayalım? Olmaz mı? Çok da
güzel olur.
Ülkemiz için, yeri geldiğin de hem canımızla hem de
aklımızla mücadelemizi vermeye devam edeceğiz. Ancak ne kadar çok aklımızla
mücadele verirsek gelişimimiz o denli sürekli olacak ve bu vesile ile o kadar
az canımızın yanacağı gerçeğini bir kenara not etmemiz gerekli. Onun için hem
yerli otomobile hem de diğer alanlardaki atılımlarımıza bir de bu açıdan baksak
olmaz mı? Hem nasip olursa literatüre kazandıracağımız yeni anlayışlar ülkemize, ümmete ve tüm
insanlığın faydasına olmayacak mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder