Irak coğrafyası neredeyse 1370 yıldır, ülkeler değişse
de, Müslümanlar tarafından
yönetilmektedir. Osmanlı Devleti döneminde de bölgenin merkezden olan uzaklığı
nedeniyle bölge uzak manasına gelen "Irak" kelimesi ile ifade edilmiştir.
Körfez ülkelerinden olan Irak'ın zengin petrol
yataklarına sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Bunun yanında geniş tarım
alanlarına sahip bir ülke olan Irak, ağırlıklı Arap olmak üzere Kürt ve Türk
nüfusa sahip bir etnik yapıdan oluşmaktadır. Ülkenin dini İslam'dır. Bu
topraklarda Sasaniler sonrasında İslami devletler egemenlik kurarak, Irak Anayası'nda da geçtiği gibi; ...üzerinde sahabeler ve evliyaların
namaz kıldığı, filozoflar ve bilginlerin fikir ürettiği, şairler ve
edebiyatçıların sanatlarını icra ettiği Mezopotamya evlatları olarak ...,
birçok medeniyetin beşiği olmuştur.
Irak, Osmanlı Devleti hakimiyetine Kanuni Sultan
Süleyman’ın 1534’teki Bağdat seferi ile girmiş, 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması'nın
imzalanması ile hakimiyet son bulmuştur. Irak bu tarihten belirli bir süre
sonra manda yönetimi ile yönetilmeye başlanmıştır. 1534 ile 1918 yılları
arasında adem-i merkeziyet sistemi ile yönetilen Irak, Osmanlı Devleti
sonrasında mandater devletin merkezi yönetim kurma çalışması karşısında halk bu
uygulamaya tepki göstermiştir.
Bu durumun nedenini açıklamak hiçte zor değildir. 1789
- 1799 yılları arasında Fransa'da yaşanan Fransız Devrimi, bu coğrafyada
etkisini göstermemiştir. Fransa'da halkın
isteği ile olan bu oluşumun, Irak'ta Mondros'a kadar yaklaşık 1268 yıldır etnik kimliği düşünmeden yaşayan
ve yönetilen Iraklılar için merkezi yönetim kavramı halkın istemediği bir kavram olup tepeden inme bir unsur olarak
karşılarına çıkmıştır. Çünkü devletler değişse de Irak halkı için öncelikli
olan etnik yapıdan ziyade İslam dinidir. Günümüze geldiğimizde ise bilerek ya
da bilmeyerek bu durumun, kısmen de olsa, son 100 yıldır değişikliğe uğratacak
politikaların Irak'ta başa gelen birçok lider tarafından uygulanması
neticesinde gerilediği söylenebilir. Bunun yanında bu süreci hızlandırmak için
2003 yılındaki işgalden sonra, haberlerden hatırladığım kadarıyla, bütünlüğün
tesisini sağlayan yetişmiş İslam alimlerine suikastler düzenlenmesi bu
bütünlüğü koruyan hareketlerin ve liderlerin yok olmasını sağlamak ve içerideki
kavgayı şiddetlendirmek içindi. Bunu Saddam Hüseyin dönemi çok iyiydi demek
için demiyorum. Yaptığı katliamları az çok biliyorum. Amacım son 100 yılda Irak
halklarının, Arabıyla, Kürdüyle, Türküyle çok yıprandığını hatta yıpranmaktan
öte insanlarının canlarını kaybettiği bir bölge konumunda kalmasını diğer zorda
kalan bütün coğrafyalarda da istemediğim gibi burada da istemediğim için dile
getiriyorum.
Ancak bu bütünlüğün tekrar tesisi, Irak'ın toprak
bütünlüğü içinde sağlanamaz mı derseniz elbette sağlanır diye düşünmekteyim.
Çünkü kardeşçe 1268 yıl yaşayan milletin mayası son 100 yılda Allah'ın izni ile
bozulmaz, bozulamaz. Sadece yıpranır.
Bir düşünelim... "Bütün inanlar kardeştir"
ayet-i kerimesi ile 1370 yıldır kardeşçe yaşayan Arabı, Kürdü, Türkü ayırırsak
ne olur? Hatta bunu da aşıp Şii Arap, Sunni Arap, Şii Kürt, Sunni Kürt...
diyerek bir de böyle ayrıma gitsek nasıl olur? Son 100 yılda olduğundan daha az
mı cana kıyılır? Daha fazla mı refah seviyesi artar? Irak'ın çocuklarına daha
güzel bir gelecek mi kalır? Daha fazla birlikteliğimizi pekiştirecek İslam
alimi mi yetişir? Hani Irak Anayasası'nın başlangıç metninde atıfta bulunulan ...üzerinde sahabeler ve evliyaların namaz
kıldığı, filozoflar ve bilginlerin fikir ürettiği, şairler ve edebiyatçıların
sanatlarını icra ettiği... bir yer mi olur, Irak? Ya da ekonomik gelişim
sadece petrole dayalı olmayıp dünya standartlarında ürünlerin üretildiği bir
konuma mı gelir? Şahsıma göre bunların hiçbiri olmaz. Maalesef olsa olsa bazı
ülkelerin yol geçen hanı olarak kullanacakları bir toprak parçası halini alır.
Olan yine masum canlara olur. Ben bunu hiçbir Iraklının istediğini düşünmüyorum. Ayrıca Irak'ın, tekrar etmesini istemediği için anayasasının
başlangıç metninde yer verdiği şu olaylar da, eğer ayrılıklar yaşanırsa
olayların tekrar etme ihtimali maalesef doğacaktır: "...Şii-Sünni,
Arap-Kürt-Türkmen ve diğer Irak şehitlerinin trajedilerini, Şaban
ayaklanmasında düşen kutsal şehirlerimizi ve güney bölgesinin yağmalanmasını
hatırlayarak, bataklık bölgesi, Duceyl ve başka bölgelerdeki toplu mezarların
acısını içimizde hissederek, Halepçe’de, Barzan’da ve Anfal’dekiler ile Feyli
Kürtlere karşı gerçekleştirilen soykırımları dile getirerek, Türkmenlere karşı
Beşir’de yapılan trajedi ve Irak’ın diğer bölgelerindekilerle birlikte batı
bölgesinde liderlerin, sembol şahsiyetlerin ve şeyhlerin öldürülmesi, yetenekli
şahısların göçe zorlaması, ülkede düşünce ve kültür kaynaklarının kurutulmasını
anımsayarak..." Şurası bir gerçek; sadece anımsanmak
isteniyorsa Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulmaması gerekiyor.
Yukarıda bahsedilen ırkların mezheplere göre
ayrılmasının doğuracağı muhtemel sonuçları geçmiş 100 yılda olanlara göre
temellendirerek varsayımlaştırdık. Ancak yakın gelecekte Irak'ın tamamını
ilgilendirecek bir realite var; Eylül'de gerçekleşecek referandum. Bu
referandum Irak'ın her neresinde yaşıyorsa yaşasın hangi insanına (Arap, Kürt,
Türk, Şii, Sunni... ) fayda getirecektir. Canların yine bir iç çekişmede yaşamlarının
son bulması yüksek bir olasılık değil midir? Allah'ın izni ile bir Halepçe
yaşanmaz ama kaybedilen canlar sayısal olarak daha az diye daha az mı üzülecek
vicdanı olan herkes. Barzani'nin de Irak'ta yaşayan insanlara değer verdiğini,
birliktelikten kuvvet doğacağını düşünen insanlardan olduğunu düşünmekteyim. Bu
kanı şahsımda, o zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye'ye
davet edildiğin de yaptığı konuşma sırasında oluştu. Barzani şöyle demişti: "Barış
yolu ne kadar uzun olursa olsun savaştan kısadır." Bu cümleyi Irak
için şimdi sonuna kadar savunmanın tam
da sırası diye düşünmekteyim. Irak'ın toprak bütünlüğü; oradaki yaşayan her
insanın yaşamını yitirmemesi, gelişimini devam ettirmesi ve yeniden geçmişteki
refah seviyesinin tesisi için önem arz etmektedir. Çünkü parçalanmak
güçlendirmez birliktelik güçlendirir. Bu birlikteliği korumak şimdi gerek
İbadi, gerek Barzani gerekse oradaki tüm lider konumunda olan kişilerin üzerine
düşmektedir. Bunu Irak'a oranla, kökleri farklı olan çok farklı milletlerden
oluşan Birleşik Devletler
gerçekleştirebildi ise Irak eğer samimiyetle isterse hayli hayli başarabilir.
Çünkü arkasında 1300 yıllık medeniyet var.
Şurası bir gerçek; son yıllarda bu medeniyetin eserleri
DEAŞ terör örgütü vasıtasıyla bir kısmı yok edilmek istendi ki zihinlerde
madden örnek olarak kalacak eserler yok edilsin ve gönüller geçmiş medeniyeti
daha çabuk unutsun. Bu birliktelik sağlanırsa o eserler tekrar inşa edilir,
müslüman alimler tekrar yetişir, Irak özlediği günlere tekrar geri gelir,
Allah'ın izni ile. Yeter ki istensin. Terör örgütleriyle mücadeleyi desteklemek
ve Irak'ın yanında olduğumuzu göstermek adına hatırlanacağı üzere Başbakanımız
da bir dizi ziyaret gerçekleştirmişti.
Bunun yanında bazı realitelere de değinmeden geçmek
olmaz. Kuzey Irak petrolden daha fazla pay almak istiyor olabilir. Ancak sadece
petrolü çıkartıp onu satarak zenginleşme döneminin giderek sonuna
yaklaşmaktayız. Dünya tarım, üretim ve hizmet sektörlerinde çok farklı
şirketleriyle birbiri ile rekabet etmektedir. Bunu da her bir insanını en iyi
şekilde değerlendirerek yapmaktadır. Bunun için de her yeni doğan çocuğu daha
iyi yetiştirmenin yollarını her an aramaktadır. Bundan dolayı girişilen
referandum uzun vadede bölgeyi ekonomik olarak sıkıntıya sokması muhtemeldir. Neden
mi? Çünkü insan kaynağını daha fazla değerlendirme ve ekonomik kaynaklarını
çeşitlendirme olanağı azalmaktadır.
Aslında bu noktada ekonomik kaynaklarını çeşitlendirme
örneğini Kuzey Irak yaşadı. 2013 - 2015 dönemlerinde bölgede sağlanan istikrar sayesinde Türkiye
ile Kuzey Irak arasındaki turizm olumlu
yönde etkilendi. Tabii bu istikrarı, sadece
Kuzey Irak ve gelişen turizm özelinde konuşacak olursak, Kürt
halkının sözde savunuculuğunu yapan PKK terör örgütü Kuzey Irak'tan gelen Kürt
vatandaşların üzerine ateş açarak baltaladı. Baltalanmadan önce yaşanan bu
ekonomik gelişim sırasında Irak'tan ayrılmak için yapılması muhtemel bir
referandum söz konusu değildi. Ekonomik açıdan bakarsak, demek ki gelişim için Irak'tan ayrılmak gerekmiyor. Bunun için, yani istikrarın devam etmesi ve
ülke gelirlerinin artması için referandumu bir kenara bırakıp uzun yıllardır istikrarı
baltalayan, masum canlara kıyan PKK'nın bitirilmesi gerekiyor. Bunun için Kuzey
Irak'da PKK' nın bitirilmesi için daha güçlü bir mücadele verilmesi gerekiyor. Bu
hem Türkiye'nin hem de Irak'ın çıkarına olacaktır.
Petrol hususunu tekrar dile getirecek olursak; dünya
ekonomilerinin gelişmişlik düzeylerine nasıl ulaştığı hususu göz önünde
bulundurularak bu bağlamda petrolden gelen gelirlerin tüm Irak halkının refahı
için yatırım planları yapılıp halk ile paylaşılması gerekmektedir. Yine
anayasadaki itilaflı olan petrol paylaşım maddelerinin giderilmesi Irak'ın
kalkınmasının yararına olacaktır. Petrolün Irak'ın gelir kapısı olarak tek
seçenek olarak görülmeye devam etmesi referandum sorununun çözümünü
zorlaştıracaktır. Ancak gelir kapılarının çeşitlendirilmesi arzulanıyorsa ki
arzulanmalıdır. Bu sefer petrol bir amaç değil kalkınmanın bir aracı olarak
görülecektir. Bu bakış açısı da ülke de referandumla ayrıma gitmenin bir manası
olmadığı mantığını oluşturacaktır. Çünkü ülkelerin yer altı zenginliklerinden
daha kıymetli olan unsur insandır. Bölünmek ise bu kıymeti değerlendirmeyi
engeller. Bu kıymete değer veren nice ülkeler yer altı kaynağı olmadığı halde
dünyada söz sahibidirler.
Peki yönetim paylaşımı nasıl olmalıdır? Nasıl
belirlenmelidir? Burada demokrasi aracılığı ile yönetim sistemleri iyi
uygulandığı takdirde cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve millet vekilleri en
iyi şekilde ülkeyi temsil etme yetisine sahip olacaktır. Böylelikle yönetim
alanında karşılıklı imtiyazlar elde etmeye çalışmak gibi halkı bölücü hareketlerden
kaçınılacak, partilere ya da bağımsız adaylara yönetme imtiyazını halk
verecektir. Doğru uygulandığı ve çıkarlar doğrultusunda şekillendirilmediği takdirde günümüz dünyasında çok partili
demokrasi birçok sorunu çözüme kavuşturma yetisine sahiptir.
Cumhurbaşkanımız
Recep Tayyip Erdoğan'a yakın bir tarihte yabancı bir gazeteci tarafından Kuzey
Irak'ta gerçekleştirilecek referandum ile ilgili bir soru sorulmuştu, soruyu
tam olarak hatırlayamamakla birlikte sanırım şöyleydi: Niye orada bağımsız bir
devlet istemiyorsunuz gibi birşeydi. Bu soruya cevap olarak gazeteciye;
"sen sanırım oranın toprak bütünlüğünü istemiyorsun, birlikten kuvvet
doğar" şeklinde yukarıdaki yazıyı özetler nitelikte cevap verilmişti. Bu
soru nasıl bir soru diyecek değilim. Özgür basın elbette olmalı ancak
kendilerinin de özgür olması için dünya üzerinde yaşayan her vatandaşın daha
özgür olması gerekiyor. Ortadoğu'da karışıklık olan ülkelerde ise insan canının
önemine vurgu yapan, bunun düzelmesi için neler yapılmalı sorusu baz alınarak
hareket edilmeli gerekliliği üzerinde duruyorum. O zaman soru şu şekilde
olsaydı gerçekten özgür bir soru olmaz mıydı: Oradaki insanların bir bütün
halinde tıpkı gelişmiş ülkelerdeki gibi yaşaması için Irak'ta sizce neler
yapılmalı? Bu sorunun cevabının doğuracağı netice daha müspet değil midir?
Evet, anlaşılacağı üzere özgür basını savunuyorum ancak bazı olumsuz kullanım
şeklini eleştiriyorum. Özgürlüğün arkasına savunarak pay mı çıkarmaya çalışmak
yoksa özgür basını aracı kılarak elini cebine ya da ideolojine değil de
vicdanına koyarak mı hareket etmek? Dünyada elini vicdanına koyarak hareket
eden dolu vicdan sahibi, tarafsız basın mensubu olduğunu düşünüyorum diyerek
konuyu çok fazla dağıtmadan kapatıyorum.
Bu yazıyı yazmakta ki temel amacım bölgede (Ortadoğu)
daha fazla canların yanmasını istemememdir. Ortadoğu iç çekişmelerden
sıyrıldığı takdirde gelişme potansiyeli yüksek olan bir alandır. Karışıklığa
mahal verecek her hareket ise bu potansiyelin ortaya çıkmasına engel teşkil
etmektedir. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında birbirileriyle savaşan bazı
Avrupalı devletler halen savaşmaya devam etselerdi şuan ki Avrupa'dan söz
edilebilir miydi? Bu coğrafyanın insanları da en az Avrupa'daki insanlar kadar,
yaşama hakkına sahip. Dünya üzerindeki hiçbir insanın bu cümleye itirazı
olamaz, olan zaten teröristtir, katildir. Ayrıca bu bölgedeki politikaların
insan canına değer veren, insanı baz alan şekilde düzenlendiği takdirde
bölgenin çok farklı konuma geleceği kanaatindeyim. Bunun için bölge ülkelerine,
liderlerine, bilim insanlarına... zor, güç ama çok hayırlı bir görev düşüyor.
Sonuçta Avrupa'nın şuanki halinin temelini atanlar arasında bilim insanları da
vardı. Şahsıma göre coğrafyadaki
liderlerin bilim insanlarının ve bu alanda birşeyler üretmek isteyen herkes
için temel atma işi öyle bir görev ki; yapılacak çalışmalar bütün dünyada ki insanlara daha güzel nasıl değer veriliri
göstermenin bir yolu olacaktır, eğer istenilirse. Felsefe belli; "yaratılanı yaratandan
ötürü sevmek." Bu kavram üzerine inşa edilecek her teori, fikir, çalışma
değerlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder